Bu gidişin öyle de, zor olmadı aslında.

Bavulunda, dünden kalma bir kaç şiirim, hüzün kokan öykülerim, henüz bestelenmemiş aşk dolu yazılarım ve sana hediye ettiğim yasaklı kitaplarım vardı.

Ağlamadan derinden ve haykırmadan dünyaya asice, usulca ve sessizce yol aldın, hüzün dolu bulutlarla birlikte.

Oysa, her bir tarafı sensizlik kokan, şiire ve öyküye kapıları açık, bu yoksul mahallemizde ,nice sevdalara tanıklık etmiştik, yürek yüreğe.

Sağanak bir yağmura tutulmuştu hayallerin.O asi fırtına seni sürüklemişti, bir çıkmazdan başka bir çıkmaza doğru.
Bu gidişin tarifi imkansız bir ayrılığın da, başlangıcı olacaktı.
Her ayrılık, iki bilinmezli bir denklemin, uzay boşluğuna sürüklenmesi gibiydi.Yani, o derin ve hazin sonsuzlukta, kayıp olmaktı.Bir daha, aynı hisler ile bir araya gelememekti.
Ağustos ayının, ortasında üşüyüp, yatağa yorgana sarılmak, işte böyle bir şeydi.

Eylül fırtınası girdi aramıza.Gülüşlerin, hücremde kaldı.
Göz yaşların, soğuk ve pas kokan demir ranzalarımda...

Öyle bir gidişin vardı ki, taş olsa çoktan çatlardı.
Zühre olsa, meleklere rağmen, göğe yükselip yıldız olmaktan vazgeçerdi.
Ahh, o benim kavuşmalarım var ya, şimdi mahşere kaldı değil mi?...