Bir eski zamandı.Yeşil çam filmlerine,konu olmasa da, sokağımızdaki kediler bile yarı aç, yarı tok yaşarlardı, yine ama mutlulardı.Çünkü, ekmeği ve sevgiyi paylaşmanın tadını biliyorduk.
Fakir değildik, yoksulduk.Bilirdik ki, fakirlik tembelliğin diğer adıydı.Yoksulluk da, gözü doymaz ve zengin bir kesimin, tüyü bitmemiş yetimin, alın teri ile geçinen işçinin, borç batağındaki esnafın vs.cebindeki üç kuruşuna bile dolaylı yönden el koyduğu, sistematik yoksunluğun adıydı.
Sınıfımız,adeta tebeşir tozu ve yumurta kokusu ile ahenk bulurdu.Öğretmenlerimizden sonraki, en sağlam emektarımız,o siyah tahtamızdı.Yaşlı bir demir ustası misali yüzünde, yılların yorgunluğunu ve izlerini taşırdı.
Savaş yorgunu, bir komutan edasında, kimi zaman bir çoğumuzu tek ayak üzerinde, disiplin ve kontrol aldığı da malumunuzdur.
Bir de, eli öpülesi, Öğretmenlerimiz vardı.Her türlü saygıya değer, bilimin, tarihin, coğrafyanın,mantığın, felsefenin ve Edebiyatının her zerresini, bizlere nakış nakış işlemeye gayret eden, içi kan ağlasa bile yüzünde o sevgi ışığını asla kaybetmeyen, bir anne gibi cefakar ve bir baba gibi korup kollayan Öğretmenlerimiz...!
Çocukluğumun, en güzel yıllarıydı.Okulun taşlı yollarında, kimi zaman naylon, kimi zamanda lastik ayakkabılarımızla yürümenin, mutluluğunu yaşamış bir kesimdik.
Rıfat Ilgaz,Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu vs.onlarca yazar ve şairin eserlerini ilmek ilmek yüreğine işleyen, düşünen, sorgulayan, haksızlığa göz yummayan, bir kesimdik.
Okulun, taşlı yollarından geçtik, bir bir...Her birimiz, yoksul ama idealist birer fidandık.
Su vermediler, kırıldık...
Ama her birimiz, ayrı ayrı birer balsa ağaçlarıyız hayatın kollarında...
Murat iİeri