Korkusuzluğun ve bedel ödeme vaktinin çoktan geçtiği, pek de bilinmeyen karanlık ve yoksul bir mahallede geçmişti çocukluğum.

Çok erken yaşlarda tanıştım, kan ve kavga ile.Biraz da göz yaşı ve şiir ile...
Benim yaşama mücadelem, sadece hayatta kalmak için değildi elbette...
Bir adım daha öte yana geçip, umutlarım ile buluşup, aşk ile elele tutuşup hayallerime koşmaktı.

Maalesef, ne papatyaların sevdasına tutuşan kelebekler, ne de özgürlüğü uğruna kafeste değil de, bir çöplükte yaşamayı kabul eden Kargalar buna izin vermediler.

İşte bu yüzden, daha çocukluğumun bu fırtınalı ve karanlık günlerinden kurtulamadan, bir gece vakti attılar beni de kör kuytulara.

Soğuktu kelepçeler, demir parmaklıklar sağır ve sessiz, ranzalar ise, çocuğuna hasret  bir anne gibi yapayalnızdı.

İşte, gençliğim bu cenderinin tam orta yerinde geçmişti.
Bir demir ustasının hayat verdiği, bir yanı keskin diğer yanı sofi olan, şair olarak  yetiştirdi, zindanlar beni.

Gün geceye dönmek üzeriydi.
Karanlık ve dar bir sokakta yürürken;durdum usulca tenhada.
Hani kimseler görmesin, poliste  takılmasın peşime diye, çıkardım kalemimi zulamdan...

Sen de yoksun, artık hayatımda,
Ne Türkülerin var, ne de ağıtların,
Neşet Ertaş da, öldü Leyla'sına kavuşamadan, 
Sen hüzünlü bir gurbetsin içimde anam...

Murat İleri