Gün gelir,eski bir fotoğraf albümünde, rastlarsın özlediğine.

Birden bire, anılar sarar yorgun yüreğini.Aralarından, bir kaç tanesini seçersin elbette,özlemek namına.

Bir hevesle yudumladığın, kahvenin hatırı bile kalmaz o an yorgun hatıralarında.

Belki, sancılısın, yorgun ve kederlisin.

Hani, birisi tutsa yorgun ellerinden ve alıp getirmek istese geçmişin güzel günlerine, yine de senin yorgun yüreğin el verir mi?

Gitme, kal ne olur deyip de, bir zamanlar, böylesi devrik cümlelerle gibi ömrüne yıkıldıklarımız vardı.
Hani, ne oldu gittiler de? Dünyanın sonu mu geldi? Güneş, mavi gökyüzüne mi küstü?
Yıldızlar hüzünlü geceleri
 sarmayı mı unuttular?
Bu yürek yangını, sorunun cevabı elbette hayır, değil mi?

Bir Eylül akşamıydı.Hazan doluydu gözlerim.
Her sözüm kelepçelerin soğukluğunda, her attığım adım ayağımdaki prangaların esaretindeydi.
Yeşil başlı telli ördeğin, türküsüne yanmadan henüz, masmavi gökyüzünün derinliğinde kaybolan bir Yusufçuktum artık.
Beni,bul anne.
Aslan gibi oğlun ölümü düşlüyor, han duvarlarını andıran hücresinde.
Yüreği kayıp, belki Maviye akan bir okyanusta.Öpmeye doyamadığın oğlun bir Kaçak şimdi...

Murat İleri