"Zaman, gerçeğin en sabırlı yoldaşıdır," derler. Devrek’te son dönemde yaşananlar da, zamanın yavaşça ördüğü bir gerçeğin ipuçlarını veriyor.

Üzerinde çokça konuşulan, çokça tartışılan mesele, yüzeyde bir yargı süreci gibi görünse de, alt katmanlarda başka bir hikâye yazılıyor.

Başlangıçta herkesin dilinde aynı soru vardı:
"Adalet hemen mi tecelli edecek, yoksa zaman mı kazanılacak?"
Kimi, yaşananları bir kesin sonla taçlandırmak isterken, kimi sükûnetle farklı bir yol aradı. Herkes kendi meşrebince bir sonuç bekliyordu.
Fakat hukuk, arzuların değil, belgelerin diliyle konuşur. Önüne serilen dosyaya, sunulan delile bakar ve oradan yürür. Nitekim öyle de oldu.
Beklentilerin aksine, karar defterine daha yumuşak satırlar düştü: Denetimli serbestlikler, evde geçirilen hesaplaşma saatleri...

Bu karar, bazılarına göre "hafif" gibi görünse de, hukuk terazisinin hassas ayarında verilen bir hükümden ibaretti.
Kimseye özel bir imtiyaz yoktu; sadece kural neyse o yazıldı satırlara.
Çünkü hukuk, ne sokakların sesini dinler, ne de fısıltılarla hüküm verir.

Öte yandan, sahne arkasında ilginç hamleler vardı.
Bazen bir gemi limandan kalkmadan önce, tayfalar değişir. Kaptan, fırtınayı hissettiği anda daha sağlam yelkenler arar.
İşte burada da benzer bir tablo oluştu:
Yolun başında seçilen savunma kalkanlarının, ilerleyen aşamada yetersiz olduğu düşünüldü. Böylece yeni kaptanlar, yeni rotalar aranır oldu.
Sözün özü; her taraf kendi gemisini sağ salim karaya yanaştırma telaşındaydı.

Vatandaş mı?
O ise kıyıdan, rüzgârın hangi tarafa eseceğini gözlüyordu.
Bir yanda "adaletin kılıcını" elinde görmek isteyenler, diğer yanda "kalkanıyla" savunmaya geçenler...
Ve ortada, sabırla bekleyen sessiz çoğunluk.

Şu da unutulmamalı:
Her büyük hesaplaşmada görünmeyen savaşlar olur.
Bazen sessizce, bazen fısıltılarla sürer.
Ve sonuçlar, ancak zamanın göğsünden doğar.

Belki de mesele sadece bir dava değil.
Belki de görünmeyen masalarda, kelimelerle örülmüş bir satranç oyunu sürüyordur.
Ve bizler, o satranç tahtasına bakarken yalnızca taşların hareketini görebiliyoruz; niyetleri değil.

Gelinen noktada, adaletin terazisi hâlâ ortada duruyor.
Tartıyor, ölçüyor, biçiyor.
Son sözü ise yine sessizlik ve sabır söylüyor olacak

Direksiyonda Kim Var?
Bazı hikâyeler vardır; başı belli, sonu meçhuldür.
Direksiyona kim geçti, kontak anahtarını kim çevirdi, yolculuğa kim karar verdi; zamanla her şey flu bir fotoğrafa dönüşür.

Şehrin tam orta yerinde bir araba hikâyesi dolaşıyor şimdi.
Yeni bir araç alınmış; cilası göz kamaştırıyor, motoru sessiz ama güçlü.
Elbette her yolculuğun bir bedeli olur. İşte burada ilginç bir detay devreye giriyor: Arabanın fiyatı bir gün müteahhit eliyle kesilen bir çekle ödenmiş.
Öyle sıradan bir rakam da değil; o günlerin yüksek meblağlarından...

Fakat hayat garip tesadüflerle doludur.
Bu çek, satıcı firmanın elinde dolanırken, bir başka tanıdık yüz çıkar ortaya — hemşerilik başka, dostluk başka, hesap başka...

Şimdi herkes aynı sorunun etrafında dönüp duruyor:
Bu arabayı gerçekten kim aldı?
Direksiyonun ardındaki eller kimdir,bellimidir,, yoksa gölgede duran bir başka ismin mi?

Sorular çok, cevaplar sisli.Cetin Günlerden geçiyoruz.
Ama şurası kesin: Bazı arabalar sadece yolları değil, vicdanları da aşındırır.