Bektaşi’nin biri, güneşli bir gün kırda gezintiye çıkmış. Bir süre sonra yorulmuş, dinlenmek için ceviz ağacının altına uzanmış. Gözü ağaçtaki cevizlere ilişmiş. Bir de yerdeki kabaklara bakmış. “Şu Allah’ın işine akıl ermez. Koskoca ceviz ağacında küçük küçük meyveler, küçücük dalda koca koca kabaklar oluyor.” derken, o sırada kafasına, ağaçtan bir ceviz düşmüş. Kafası biraz acımış. “Yanılmışım Tanrı’m. Eğer ceviz ağacında kabak olsaydı, kabak başımda patlayacaktı.” demiş. Ceviz ağaçları bunda böyle kabak üretecekler, kimin başına düşeceği de aşikâr…
KAZIN AYAĞI
Bu deyimin kaynağı yine Nasreddin Hoca’mız. Hoca bir gün, Timur’a kızarmış bir kaz götürürken yolda canı çekmiş, hemen kazın bir bacağını gövdesine indirmiş. Hoca’yı huzura kabul eden Timur, bakmış ki kendisine sunulan kızarmış kaz tek ayaklı. Kendisi de malum topal. Hoca bunu bilerek hakaret olsun, diye yaptı zannedip, ona çok kızmış.
Hoca durumu hemen sezerek, “Ulu hakanım, bizim Akşehir’in kazları hep tek bacaklıdır. Bakın çeşme başındaki kazlara.” demiş ve çeşme başında tek bacaklarını altlarına almış uyuklayan kazları göstermiş. Timur, Hoca’ya bakarak gülmüş, “Yoo, Hoca, kazın ayağı öyle değil:’ demiş. Adamlarına, çeşme başındaki kazlara değnekle dokunmaları için emir vermiş. Kazlar, uykularından uyandırılınca iki ayakları üstünde kaçışmaya başlamışlar. Hoca’nın yüzüne alaylı alaylı bakan Timur, “Hani Akşehir’in kazları tek ayaklı idi?” diye sorunca Hoca, “Vallahi hakanım, eğer o değnekleri size vursalardı, tövbeler olsun, dört ayaklı bile olur kaçardınız” diye cevap vermiş.
KÜLLAHLARI DEĞİŞMEK
Yoksul bir adam, eline geçen beş on kuruşla yeni bir külah alınış. Giderken, birisi gelip başındaki yeni külahı kapmış. Kaçarken de kendi eski külahını bırakmış. Yoksul adam, onun arkasından koştuysa da yakalayamayacağını anlayınca, “Git bakalım! Yarın öbür dünyada değişiriz külahları!” demiş.
ABALIYA VURUN! VURUN ABALIYA!
Eskiden zenginler çuha şalvar, fakir köylüler de aba giyerlerdi Şehirli, küstah ve ahlaksız bir zengin, zavallı bir köylünün karısına göz koymuş. İşin içine namus meselesi de girince olay dallanıp budaklanmış. Ağa ile köylü arasında tekme tokat, gırtlak gırtlağa bir boğuşma başlamış. Halk da kavga edenlerin etrafına toplanmış. Dükkân sahiplerinden biri kavgayı yatıştırmak için çıraklarını gönderirken arkalarından da bağırmış:
– Seyre bakmayın, vurun, ayırın!
Genç çıraklar uzaktan ustalarına seslenmişler:
– Usta hangisine vuralım?
Dükkân sahibi şaşırmış, başına dert açmamak için aklını başına toplamış, çıraklarına, “Bu da sorulur mu? Abalıya vurun, abalıya vurun.” demiş.
Zavallı köylü neye uğradığını bilememiş. Uğradığı haksızlığa mı dayağa mı alnına sürülen kara lekeye mi yansın?
YAĞLI KUYRUK
Güneydoğuda Hindistan’a, kuzeybatıda Aral Gölü’ne, güneybatıda İran Körfezine ve kuzeydoğuda Kaşgar’a kadar olan topraklara hükmeden Gazneli Mahmud (997-1030), bir gün yolda giderken bir deliyle karşılaşır. Onunla alay etmek ister. “Deli benden ne dilersin?” der. Deli de “Karnım aç, yağlı bir kuyruk dilerim.” cevabını verir. Sultan Mahmud, adama kaynamış bir şalgam verilmesini emreder. Divane, verilen şalgamı iştahla yerken, nasıl bulduğunu sorar. O da, “Siz sultan olalı kuyruğun yağı da kalmamış.” der.
YELKENLERİ SUYA İNDİRMEK
Eskiden yelkenli gemiler, rüzgâr veya kürek gücüyle yüzdürülürdü. Bir gemi yabancı sulara girince, saygı ifadesi olarak yelkenlerini indirirmiş. Fatih Sultan Mehmed, Rumeli Hisarı’nı yaptırdıktan sonra, Karadeniz’den gelen bir Ceneviz gemisine, yelkenlerini indirmesi emredilmiş. Fatih, yelkenlerini indirmeyen gemilerin topa tutulmasını emretmiş. Gemiler de yelkenleriyle birlikte denizin dibini boylamış.
YORGAN GİTTİ, KAVGA BİTTİ
Nasreddin Hoca, bir gece uyurken, dışarıdan gelen gürültüyle uyanır. Gürültünün gittikçe arttığını görünce meraklanır. Yorgana bürünüp sokağa çıkar. Adamlar Hocayı böyle görünce, üzerine hücum ederler. Yorganı kaptıkları gibi kaçarlar. Hoca, yorgansız eve dönünce, hanımı dışarıdaki gürültünün ne olduğunu sorar. Hoca, “Gürültü bizim yorgan içinmiş. Yorgan gitti, kavga bitti.” der.
Her zaman kabak bizim başımıza patlıyor, hâlbuki hepimiz adımız gibi biliyoruz ki kazın ayağı öyle değil, her defasında aynı dalavere ile külahlarımızı kapıp kaçıyorlar helalleşemiyoruz bile, hep abalıya vuranlar yağlı kuyruk yemeye devam ediyorlar ve bütün kayıkçı kavgaları bizim yorganlarımız içinmiş… Yorgan gitmeyle kavga bitse, ona da razıydık ama kazın ayağı gerçekten öyle değilmiş. Defalarca yaşayarak öğrenemedik bir türlü…