Osmanlı Devleti 1299'da kuruldu. Bu devlet 1453 yılında İstanbul'u aldı. Buranın alınması çok güçlü, çok etkili bir gelişme olarak ifade edilebilir.
Yani Bilecik’in Söğüt ilçesinde kurulan küçük devlet 150 yıl içinde devasa bir politik / askeri güce erişti.
***
1492 yılında İspanya’dan Sefarad, Portekiz’den Eşkenaz (Alman) Yahudileri; Katolik Hristiyan’lar tarafından sürgün edildi. 100-150 bin civarında olan sürgünler hiçbir dünya ülkesi tarafından kabul edilmedi. O dönemde çok güçlü bir devlet olan Osmanlı bunları içine aldı. Yeni göçmenler İzmir, Selanik, Çanakkale, Muğla, Aydın, Denizli, İstanbul, Ankara, Tekirdağ, Kırklareli, Balıkesir, Ankara, Kocaeli, Bursa vb. gibi illere yerleştirildi…
***
Eğitime çok önem veren, çocuklarını mükemmel eğiten; altın, para, ticaret, ihracat, ithalat, bankerlik, bankacılık, kredi işlerinden iyi anlayan, Osmanlı tarafından askerlik görevinden de muaf tutulan Yahudi cemaati 100-200 sene içinde ülkenin finans-kapital sisteminde önemli noktaları kontrol eder hale geldiler.
***
1626 yılında İspanyol (Sefarad) Yahudisi, tavuk tüccarı Murdehay Sevi’nin oğlu Sabetay Sevi dünyaya geldi. Bu çocuk Yahudilik ile ilgili eğitim aldı ve haham olunca, 26 yaşında “Ben beklenen mehdiyim, Yahudilerin yeni peygamberiyim” şeklinde sözler etmeye başladı. İzmir’de ikamet eden tutucu (katı, Ortodoks) Yahudiler farklı dinsel görüşler öne süren Sevi’yi Padişaha şikâyet ettiler. Başkent Edirne’ye çağrılan Sevi burada sorguya çekildi. Mehdilik iddiasından vaz geçmesi için baskı yapıldı. Sevi de idam cezasından kurtulabilmek için “Ben artık Müslümanım. Adım Aziz Mehmet Efendi’dir. Mehdilik iddiasından vazgeçtim” diyerek yalancıktan İslam dinine geçti. Kendisini seven (takip eden, peşinden giden) müritlerine de Musevi kökenli isimlerini Türkçe yapmalarını, yalandan İslam dinine geçmelerini iletti.
***
Sabetay Sevi, takip etmek amacıyla bir süre Edirne’deki sarayda tutuldu. Gizlice Yahudilikle ilgili faaliyetler yürüttüğü fark edilince Çanakkale’ye sürgün edildi. Orada da etkisi sürdüğü için Arnavutluk’un Berat kasabasının Ülgün (Ülcin) köyüne sürüldü. 1676 yılında burada vefat etti. Ölümünden sonra cemaati (tarikati, dinsel yaklaşımı) üç kola ayrıldı. Bunlar, Karakaşlar, Kapancılar ve Yakubi’lerdir.
***
Tutucu, katı, Ortodoks Yahudiler tarafından “din dışı, sapkın, dinden çıkmış, dini bozmuş, dönmüş” kişiler olarak kabul edilen Sabetaycılar şu anda Müslüman gibi görünmelerine karşın Yahudiliğin bir kolu olarak 3 grupta yaşamaya devam etmektedirler.
Araştırmacıların, otoritelerin iddialarına göre şu anda Türkiye’de 1 milyon civarında kripto Yahudi, yani Sabetaycı, yani sosyal Müslüman olduğu ifade edilmektedir.
Sabetaycı olmayan Yahudi, Türk vatandaşı Suzan Nana Tarablus adlı kişi tarafından hazırlanan “Baba Bize Neden Dönme Diyorlar?” adlı eserde bu konuda mükemmel tespitler mevcuttur.
Prof. Dr. Cengiz Şişman tarafından yazılan “Suskunluğun Yükü” adlı kitapta da çok kapsamlı bilgiler vardır.
Türkiye’de faaliyet yürüten Mason, Rotary, Lions, Inner Wheel türü esrarengiz (gizli, meçhul, kapalı, şeffaf olmayan) örgütlerin / derneklerin tepe yöneticilerinin yüzde 90 oranında Sabetaycı kökenli olduğu tespit edilmektedir.
Sadece kendilerinden olanlarla evlenen, çift isim kullanmayı tercih eden, yağlı, bol kazançlı mesleklerde hakim konumda olan Sabetaycılar kendilerini son 300 yıldır çok ustalıklı biçimde gizlemektedirler.
İslam dinine asla inanmayan, onu yok etmek için her fırsatı kullanan bu kitle dışarıya karşı kendilerini “sosyal Müslüman” olarak lanse ediyorlar.
***
Çok büyük şirketlerde, önde gelen üniversitelerde, tıp alanında, reklam dünyasında, moda sektöründe, ithalat-ihracat işlerinde, medyada, sinema/dizi sektöründe Sabetaycıların önemli bir hakimiyeti söz konusudur.
Bazı İslamcı, muhafazakar, ırkçı kesimler/otoriteler Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili negatif söylemleri dile getirirken Atatürk’ü karalama, küçültme, gözden düşürme yoluna saparlar. Halbuki sorunun esas kaynağı taa 1492’ye dayanmaktadır...
Eğer Osmanlı Devleti 1492’de göçmenleri kabul etmeseydi yahut da onlara her bakımdan avantajlar sağlamasaydı finans kapital, sermaye, iş dünyası, ticaret hayatı bu denli onların eline geçmezdi.
1500’lü yıllardan sonra Batı’da aydınlanma (Rönesans), Hristiyan din insanlarının (Kilisenin) gücünü düşürme, sanayileşme hareketi başlamıştır.
Aynı zaman diliminde, 1517 yılında Mısır’dan İstanbul’a Halifelik kurumu getirilmiştir. Bu gelişme Arap dünyasını / toplumlarını çok rahatsız etti. Osmanlı bu tepkiyi kırmak (söndürmek) için 300 kadar Arap din alimini İstanbul’a getirdi. Bu Arap kitle, 200 yıl boyunca Osmanlı’yı Araplaştırdı, uydurma hadisleri din diye yutturdu. Gericileşme, pozitif bilimlerden uzaklaşma, medreselerin eğitiminde çürümeye sebep oldu.
***
1789 yılında Fransız İhtilali oldu. Batı'da ulus devletler akımı, milliyetçilik fikri yükselmeye başladı. Bilimden, akıldan, üretimden, akademiden, düşünceden, sanayileşmeden kopmuş olan Osmanlı; baş kaldıran, isyan eden toplumların ve toprakların elinden kayıp gitmesine engel olamadı.
1918 yılına gelindiğinde Osmanlı teslim bayrağını çekmişti. Emperyalist Batılı devletler 14 milyon kilometrekarelik büyüklüğe erişmiş olan devleti neredeyse 250 bin kilometrekarelik minik bir devlete indirgediler.
1919 yılında Samsun’da yeni devletin kuruluş ateşi yakıldı. Asırlarca ihmal edilmiş, cephelere sürülmüş, hastalıklarla boğuşan, sakatlanmış, eğitimden mahrum kalmış 13-14 milyonluk Türk halkı çileli bir mücadele sürecinden sonra 1923 yılında Türkiye’yi kurdular.
Osmanlı’nın son 250 yılında Türkler çok fena halde aşağılandı. Etrak-ı biidrak (idraksiz kitle) olarak nitelendiler. Savaşlarda hep ön cepheye sürüldüler. Sarayda makam-mevki sahibi yapılmadılar. Sadece köylerde yaşamaları istendi. Tarım, çobanlık, ırgatlık, askerlik dışında bir alana geçmeleri engellendi.
Atatürk ve arkadaşları, yok sayılan, horlanan, dışlanan, cahil bırakılan Türkleri yeniden layık olduğu mevkiye taşımıştır. Türklerin her türlü haktan yararlanmaya başlaması sadece 100 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Osmanlı, son 150 yılında 60 yıl vadeli, çok yüklü, devasa borçlar altına girmiş, aldığı paraları gösterişe, şatafata, saraylara, kaşanelere, yalılara harcamıştır. Bu devasa borçlar yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine kalmış ve 1954 yılında kadar, günümüz rayiçleriyle 500 milyar dolarlık dış borç fakir bırakılmış Türk halkı tarafından ödenmiştir.
Türklerin tarihini cahil, ajan, karanlık, kripto, satılmış uzmanlardan öğrenenler Osmanlı’yı ve Türkiye’yi asla idrak edemiyorlar. CIA güdümlü dinsel yapıların (tarikatlerin), dış foncu derneklerin, ajanlara maaş veren sahte üniversitelerin akademisyenleri son 75 yıldır Türk halkının kafasını fena halde karıştırmaktadırlar. ABD ve İngiliz örgütleri içimizdeki hainleri devşirerek (satın alarak) yalan bir tarih çizgisi oluşturdular. Bu çizgiye inananlar Türkleri aşağılık, hırsız, katil, soykırımcı olarak gösteriyorlar.
Halbuki, tarih boyunca Türkler asla soykırım yapmadılar. Kadını aşağı görmediler. Üretimden kaçmadılar. Akıl ile hareket ettiler. Son 1000 yıllık geçmişimizde bize yanlış işler yaptıranların hiçbiri Türk kökenli değildir. Özellikle Sabetaycılar ve diğer kripto etnik yapılar ayağımızı kaydırmak için her türlü tuzağı kurdular, entrikayı çevirdiler.
Sonuç olarak, Türklerin tarihini öğrenirken, Batılı casusların, ajanların, itlerin, FETÖ kullarının, kriptoların, sözde/sosyal Müslümanların söylemlerine inanmamalıyız. Onlar bizim buradan gitmemizi istiyorlar. “Türk demeyelim, Türkiyeli diyelim” demelerinin altında bu hain planlar yatmaktadır.
Not: Arzu edenlere e-posta ile Sabetaycılar hakkında yazmış olduğum kitabı ücretsiz olarak gönderebilirim.
Ali Özdemir
Eğitimci-Yazar-Yayıncı
https://erdemyayinevi.
0505 220 83 85