Devrek’te 1950’lerden 1970’lere kadar neredeyse herkesin bir atı vardı; ancak yalnızca zenginler araba sahibi olabiliyordu.
Devrek’te 1950’lerden 1970’lere kadar neredeyse herkesin bir atı vardı; ancak yalnızca zenginler araba sahibi olabiliyordu. Bugün ise hemen hemen herkesin bir aracı mevcut, ancak zenginler hala at satın alabiliyor. Kırk yıl önce köyde yaşayanlar genellikle fakir olarak görülürken, şehirde yaşayanlar zengin kabul ediliyordu. Ancak günümüzde köylüler şehirde yaşamaya başlamış, zenginler ise köylerden ev alarak bağ ve bahçe sahibi olmayı tercih etmiştir. Zenginlerin inşa ettiği evler artık "villa" olarak anılıyor. Otuz yıl önce kalorifer veya doğalgaz kullanmak bir ayrıcalıkken, evinde kaloriferi olan birisi bununla övünürdü. Şimdilerde ateş yakabilen, soba kullanabilen ve közde çay pişirenler, bunu sosyal medyada paylaşma yarışına giriyor ve gösteriş yapıyor.
1980’lerin kıyafetlerini 1990’larda giyenlere "eski kafalı" veya "fakir" denirken, günümüzde bu kıyafetler "stil" olarak adlandırılıyor. Peki, bu seçimlerimizi kim belirliyor? Arzularımıza ve hırslarımıza kim yön veriyor? Son model bir telefon, çanta veya otomobil edinmek neden bu kadar tutkulu hâle geldi? Belki de seçimlerimiz, belirli bir gücün iplerine bağlıdır. Bu durumu hiç sorguluyor muyuz?
Yeni evlenen birinin mutlu olması için lüks düğünler veya pahalı çay takımları almasına gerek yoktur; mutluluğun aslında iki gönlün bir arada olmasında saklı olduğunu unutmuyor muyuz? Kendime sürekli soruyorum: Acaba sahip olduklarımızın kölesi mi olduk, yoksa bizlere mi sahip olmaya başladılar? Bizi bu şekilde yönlendiren faktör nedir?
Devrek Devlet Hastanesi’nin acil servisinde yaşadığımız anlarda, bir nefesin değerini düşündük mü? Bu değeri anlamak için belki de nefes alamayan birine sormak gerekir. Sağlığın önemini kaybedince anlıyoruz ki, çevremizde maddiyat eksikliğinden şikâyet eden birçok insan var. Belki de şu anda şikâyet ettiğimiz şeylere sahip olmak isteyenlerin olduğunu aklımıza getirmemiz gerekiyor. Bu döngü böyle devam edecek gibi görünüyor.
İşte bu noktada aramızdaki fark, toplumun yönlendirmesi veya bu yönlendirmeyi yapanların etkisiyle oluşuyor. Kendi varlığı ile barışık, özgür düşünceli insanların yaşadığı bir şehir, belki de herkesin arzuladığı ama ulaşamadığı bir hedef. Kendimizle ne zaman barışacağız, kendi mutluluğumuz için ne zaman yaşayacağız ve toplum bu ayrımı ne zaman anlayacak? İşte burası, hem dünyamızın hem de Devrek’in sunduğu bir gerçeklik.
Devrek, zamanla değişti. Her seçim döneminde, halk kendi tercihini yaptı; ancak karşılaştığı sonuçlarla ilgili kendini farklı bahanelerle ikna etmeye çalıştı. Bu durum, onu kendi düşüncelerinde hapsolmuş gibi gösteriyordu. Liyakat duygusu hissetmedi ve ehliyet arayışında da olmadı. Önemli olan, kişisel menfaatlerin nasıl gerçekleştirilip gerçekleştirileceğiydi. Kendi kriteri, "Bu iş nasıl yapılır? " düşüncesinden ibaretti. Aslında, seçim yaptığını sanarken, gerçekte sadece belirlenenleri onaylıyordu.