Çalıkuşu başlarken Feride’nin güncesi olarak karşımıza çıkıyor ve hayattaki ilk hatırasını anımsamaya çalışan bir çocuk olarak tanışıyoruz. Kim olduğunu, ne yaptığını öğrenmeden önce ne olmadığını fısıldıyor. “Ben bambaşka bir çocuktum.” Bu sözlerin ardından geçmişin tozlu sandığını yavaş yavaş karıştırmaya başlıyor. Yazdıkları önce öksüz ardından da yetim olduğunu kulağımıza çalıyor fakat Feride’nin bunların ötesinde hem kendi zamanındaki çocuklardan hem de bizim zamanımızdaki çocuklardan farklı olduğunu kısa süre sonra anlıyoruz.
Onu yaramazlıkları, mübalağa dolu sözleri, kıpır kıpır sevinci ve biraz da sevmeyi bilmediğinden hoyrat hâlleriyle tanıyoruz. Her ne olursa olsun kalbi sıcacık bir kız çocuğu. Okuduğu Fransız mektebi, arkadaşları, teyzesi derken sözü Kâmran’a getiriyor. Önce nefretle ardından da sevdasıyla anlatıyor.
Kuzeniyle arasındaki bağ önceleri sadece sınıftaki arkadaşlarını kandırmak için uydurduğu bir oyunken Çalıkuşu’nun yuvasına tırmandığı gecelerden birinde Kâmran’la aralarındaki asıl yakınlaşmanın ilk adımını uğursuz bir sır sayesinde atıyor. Bu saatten sonra Feride, Kâmran’ın gözünde çenesi düşük, haylaz bir çocuk olmaktan öteye geçip genç bir kız hâlini alıyor. Ardından Feride’nin oyunu büyürken ansızın bir salıncağın üzerinde aşkları dile geliyor.
“Sevecek hakiki bir insan bulanlara şaşmak lâzım… Çünkü onun bir hayalini bile bulmak o kadar güç, o kadar güç ki…” diyerek mektep arkadaşlarına oyun yapmaya karar verdiğinde belki de Feride bile düşünemiyordu hayatın onu buralara getireceğini ama kader bu ya… Olacak olan olmaktan geri durmaz derler, onların hikâyesi de tam olarak böyle. Bir yolunu bulup… Neyse burayı en son konuşuruz.
“İnsan birini sevmek felaketine uğradı mı esir gibi bir şey oluyor.” Feride bilmeden bütün ömrünü işte bu cümleye sığdırıyor. Dün, bugün, yarın derken bu satırlar benim için kitabı özetleyen cümledir.
Neredeyse taban tabana zıt olan bu karakterlerin aşkını anlatan altını çizdiğim alıntılarım pek yok. Çünkü onların hikâyelerinde Feride, hep korkan ve kaçan taraftı. Kavuştuklarında bile ayrı oldukları bir aşk masalıydı bu. Sen artık nişanlı bir kızsın, denilmesine bile katlanamayan Çalıkuşu çoğu şeyi oyuna vuruyordu. Aslında kitabın ilk bölümünün sonuna gelirken yaklaşan kışı hissettirmekten çekinmiyor Reşat Nuri Güntekin. Pekâlâ Kâmran iş için yurt dışına gideceğini söylediğinde Feride’nin tavrı ve akabinde yanlış yorumlanması soğukluğu hissettirmişti. Aradan zaman geçişiyle birkaç satır sonra yolumuz düğünden bir gün önceye çıkıyor. Feride mezun olmuş ve evine dönmüş, büyümek şöyle dursun hâlâ tam bir Çalıkuşu. Haylazlıkları devam eden, kimilerine göre doğru düşünemeyen, kimilerine göre ise körpeliğine rağmen doğru kararlar veren bir genç kızdı. Bana kalırsa okuduğum en güçlü karakterlerden biri olduğunu söylerim. 20 yaş ve kendi dönemi için büyük bir cesaret örneği gösteriyor. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; Feride’nin satırlarını okurken Kâmran’ın daha çok sevdiğini düşünmüştüm oysa yaşananlar çok başkaydı. Ayrılığı hele de böylesini beklemiyordum.
“Seninle artık iki düşman bile değiliz, birbirini hiç ama hiç görmeyecek iki yabancıyız.” diyerek kendi hayatının bizim de romanımızın seyrini değiştiriyor Feride. Bundan sonra satırlar, yaşanılan dönemin sorunlarına parmak basmak, toplumun sesi olmak üzere farklı bir işlevle karşımıza çıkıyor.
Yine de Çalıkuşu, bildiğimiz Çalıkuşu. Sayfalar boyunca kırılıyor, dökülüyor ama nerede görsem tanırım dediklerimiz gibi bu saatten sonra nerede okusak onu tanırız.
İkinci bölüm “İnsan, kendini aldatan bir erkeği nasıl sever? Ben bunu anlamıyorum.” derken bir ömür kendinden bile gizleyerek tam da anlamadan bunu yapmaya başladığı o anlarla kâğıda dökülüyor. Bundan sonra kendi yolunu çizmeye başlayan güçlü bir kadın var karşımızda. Onu okurken üzülüyoruz belki ama helal olsun, dedirtiyor bizlere. Önüne sadece kendi dönemine mahsus değil şu ana bile uzanan bir sürü engel çıkıyor. Pes etmiyor. Deniyor.
Feride’yi Kâmran’a getiren bir vapur yolculuğuyken aynı yolculukla uzaklara gidiyor. Bu sırada günlüğü yazma sebebini de öğreniyoruz.
“İnsanı en yakın akrabaları kalpsizce vurduktan sonra yabancılar vurmuş ne çıkar?”
Biraz da böyle hayat. Aile dediğimiz şeyin birtakım mecburiyetler etrafında oluşmadığını anlayabilirsek gerçekten aile olabiliriz ancak yalnızca kan bağı kimseyi birbirine bağlamaz. Feride de bütün bunların farkında olsa da hasret başka bir şey. Özlem çok başka… Üzüntüleri artarken yetmezmiş gibi her yeni gün önüne bin bir zorluk çıkarıyor.
Satırlarından artık yeni yerler, yaşamın zorlukları dökülürken adını anmadan anlatıyor Kâmran’ı. Günler sonra “Yara sıcakken acımaz.” dendiğinde bu kabuksuz yara okuyanın içine dokunuyor.
Öğretmen olmanın zorlukları, devlet dairelerindeki kayırmalar, oyunlar derken ıssız bir köyde soluğu alıyor Çalıkuşu. Bir de ufak bir çocuk karışıyor Feride’nin acılı öyküsüne.
“Ne arsız gönlüm var benim? Etrafımdaki insanları ne kadar çabuk seviyorum.”
Munise, tabiri caizse, can yoldaşı oluyor Çalıkuşu’na; bir bakıma 20 yaşında anne oluyor. Sonra yalnızlığını bölüyor Feride’nin, sanki eski neşesi yavaş yavaş geri geliyor. Ne yazık ki çok sürmüyor bu huzur. Geçmişte kalan ne varsa üç mektuba yüklenip Feride’nin avuçlarına uzanıyor. Okumak ve okumamak arasında sızlanıp dururken Munise’nin oyunu olayları hızlandırıyor. Okuyucu olarak kitaba dair içimde kalan en önemli şey o mektuplar oldu. Ne Feride ne biz öğrenebildik içinde neler yazdığını. Sadece bir parça; ateşten hızlı davranabildiğimiz kadar merakımızı giderdik.
“O vakit, sadece gözlerim ağlamıştı. Bu gece gönlüm ağlıyor.”
Bazı insanlar hayatlarımıza kısa süre için girerler fakat yıllarca bizimle yürüyenlerin yapmadığı etkiyi yapıp ansızın giderler. Ne olduğunu, neden geldiklerini anlamayız bile. İşte öyle biri de Feride’nin hikâyesine dahil oluyor. Kim bu adam demeye kalmadan o, Çalıkuşu’nu birkaç dakika içinde sezip anlıyor. Ne görüyor onda bilmiyorum ama gerçekleri bir şekilde ilk bakışta anlıyor.
“Saklamaya çalışma, nafile. Sevda, çocuk gözlerinden uyku gibi akıyor.”
Doktor, Çalıkuşu’nu öyle güzel anlatıyor ki insanın göresi geliyor. Feride nasıl sevmiş, nasıl yenilmiş ve nasıl devam etmiş buradan sonra sadece okumakla anlaşılabilecek gibi değil; en azından benim için. Doktor her satırda onu öylesine güzel anlatıyor ki görmek istiyorum gözlerini. Kitap bitti hâlâ istiyorum.
Çok geçmeden Munise’yi de alıp başka yerlere gidiyor Feride. Çalıkuşu yerine yeni yeni isimler takıyorlar güzelliğine. Hayata karşı gerçek bir savaş veriyor. Finale giderken evliliğe karşı olumsuz duruşu, yalnız yürümeyi âdet edinmiş tavrı onu malum sona doğru yaklaştırıyor. Bu topraklarda kaçınılmaz olana…
Bu süreç içerisinde savaşın izleri de kitabın sayfalarında yerini alıyor. Belki de o günden sonra ilk defa Feride, Kâmran’a karşı olan hislerini açıkça günlüğüne döküyor. Başkasının nişanlısı olarak uyandığı ilk sabah gerçekler kâbus gibi omuzlarına çöküyor. Beklenmedik acı bir kaybın ardından yaşlı doktor bu defa kızım diyerek sarıp sarmalıyor Feride’yi. Gerçekten evladı gibi gördüğü bu kızcağızı koruyup kolluyor.
Bütün bunlar yaşanırken kitabın en unutulmaz ânı bana kalırsa Kâmran’ın evlendiğini duyan Feride’nin gün boyu gülüp oynadıktan, eski Çalıkuşu hâllerine geri döndükten sonra eline diken batınca saatlerce ağlamasıydı. Sevmek ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Son bölüme geldiğimizde artık Feride’nin günlüğünü tamamlıyoruz. Ansızın Kâmran selamlıyor bizi. Bütün kitap boyunca yolunu gözlediğim Kâmran’ı burada bulmayı hiç beklemiyordum. Artık onun hayatını okuyoruz. Asla hak vermediğim, affedemediğim fakat derin bir üzüntü duymama sebep olan bu hayat, Feride’nin gelişiyle çok başka bir görünüm alıyor. Kâmran’ın oğlunun Feride’ye anne demek için ağlaması… Ne söyleyebilirim ki?
İnsan kalbi gerçekten etten yapılmış. Ne çelik kadar sert ne de bir pamuk gibi yumuşacık. Elimi sıkan birine vereceğim tepkilerden pek bir farkı yok duygularımın. Hem üzülüyorum hem kızıyorum. Bir yanım affetsin diyor diğer yanım asla… Hoş benim ne söylediğimin bir değeri yok ama sona yaklaşırken hadi artık şu olsun, dediğim bir şey olmadan sadece bitirmek için okudum son 70 sayfayı.
Kitabın sonunu söylemeyeceğim ama bu sona ne mutlu derim ne de mutsuz. Kim kazandı onu da bilmiyorum. Fakat herkesin bir parça yenildiği bir kitap Çalıkuşu. İşte tam olarak bu yüzden herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü insanın hayatına yön veren kararlarıdır ve ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın varacağı yer her zaman için aynıdır. Belki birkaç sene önce belki birkaç sene sonra…
Kübra Akkuş