Bundan 11 sene kadar önce dar çerçeveli bir iş toplantısına katıldım. Toplantının konusu ticaretin, dolayısı ile kazanç ve kâr ın artırılması idi. O günlerde kendimin de içinde bulunduğu, günün ticari...

Bundan 11 sene kadar önce dar çerçeveli bir iş toplantısına katıldım. Toplantının konusu ticaretin, dolayısı ile kazanç ve kâr ın artırılması idi. O günlerde kendimin de içinde bulunduğu, günün ticari gerçeklerini göz önünde bulundurarak, araştırmaya dayalı bir hafta süren bir çalışma yaparak toplantıya gittim.   Çalışmamın neticesinde ortaya çıkan şu idi. 2002 genel seçimlerinden sonra tak başına iktidar olan Ak Parti ile Türkiye de yeni bir dönem başlamıştı. Koalisyonlu hükümetler ile büyük sıkıntılar geçiren Türk siyasi hayatı ve Ekonomisi, tek başına bir iktidar dönemi ile istikrarlı bir hale gelmişti. Merkez Bankasının sıkı para politikası ve ekonomik uygulamaları ile enflasyon ve faiz kademeli olarak düşerken, devlet ve özel sektör yatırımları artıyor, zincir marketler hızla çoğalırken, gıda başta olmak üzere, diğer tüketim mallarında, elektronikte ve özellikle inşaat alanında büyük bir gelişme yaşanıyordu. Bunlarla birlikte rekabet artmış, ürün kâr marjları da düşmeye başlamıştı. Düşen kar marjları ile firmalar, az kâr, devir hızı yüksek ürün satışına yönelmişlerdi. Bütün bunlarla birlikte, Bankaların kredi vermeyi kolaylaştırması ve kredi kartlarını yaygınlaştırması ile ticaret canlanmış, dolayısı ile Türkiye de ticaretin şekli de değişmişti. Bu değişen yeni döneme ayak uyduran, değişimi yakalayan firmalar gelişimlerini sürdürürken, bunu fark edemeyen veya uygulayamayanlar da aradan çıktılar veya sıkıntıya düştüler.   Bütün bunların yanın da bir gerçek daha vardı ki, 8 senelik bir dönem sonunda, 2010 lu senelerde, TÜİK verilerine göre Türk insanı 249 Milyar TL Bankalara borçlu halde idi. Bu gün bu rakam 900 Milyar TL ye yaklaşmış vaziyette ve 35 milyona civarında insan bankalara borçlu durumda.   Dünyanın en meşhur ekonomistleri ve uzmanları şunu söylüyor, zahiri manada, serbest piyasa ekonomilerinde ’’hiç bir güç piyasanın üzerinde değildir.’’yani piyasa bir olgudur, kendi dengesini kendisi belirler. Ekonominin kendi dengeleri, üretim, buna arz da diyebiliriz, tüketim, yani talep, faiz ve enflasyon ayaklarından meydana geliyor. Piyasa denilen olgu bir denklem üzerine kurulu. Bu ayaklara yapılan,dengeyi bozucu dış müdahaleler, piyasa olgusunu bozarak ,ayakların bir kısmının  aşırı derece kaybına,zararına  veya zarar verici yükselmelere hatta haksız  kazançlara sebep oluyor.   Son bir yıl içinde her ne kadar bağımsız denilse de Merkez Bankasına yapılan, herkesin gördüğü ve bildiği müdahaleler sonucu, bu gün döviz kuru ve Altın, tarihi zirveleri görmüş, Türk lirası değer kaybetmiş ve mevduat sahipleri de büyük zarara uğramıştır.  M.B nin son bir ay içerisinde yaptığı faiz indirimleri, kur da ve altın başta olmak üzere değerli madenlerde, aşırı fiyat artışlarına sebep olmuştur.  Bu gerçekler varken, döviz kurundaki aşırı yükselmenin, enflasyonu tetiklemeyeceğini düşünmek,  kur da ki yükselişi dış güçlerle izaha kalkışmak en azından saf dillilik olur.Ekonomik sistemimizin gerçeklerine ayak uydurulmadığı ve bu gerçeklerin tersine hareket edildiğinde ortaya çıkan durumun, siyaseti de derinden etkileyeceği kesindir.Siyasetle ,hamaset birbirine karıştırılmamalı. Ekonomi kendi alanında bir ilimdir. Pandemide gördüğümüz gibi, salgın ın  seyri nasıl tıp adamlarına bırakıldı ise. Ekonomi de işin uzmanlarına bırakılmalı. Benim anladığım budur.