Türk dilinin muhafazası esasen Yusuf Has Hacip'ten Ahmed-i Yesevî'ye, Yunus Emre'den Ali Şir Nevaî'ye, Fuzulî'nin latif Türkçesinden Nedim'in halka yönelişine ve Şemseddin Sami Bey'in pek tatlı Kamus'...

Türk dilinin muhafazası esasen Yusuf Has Hacip'ten Ahmed-i Yesevî'ye, Yunus Emre'den Ali Şir Nevaî'ye, Fuzulî'nin latif Türkçesinden Nedim'in halka yönelişine ve Şemseddin Sami Bey'in pek tatlı Kamus'undan Yahya Kemal'in ana sütü gibi ak diline; A. Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Cemil Meriç ve Atilla İlhan'ın yoğurduğu ahenklerle ziynetli Türk nesrine kadar uzanır ve bugünlere ulaşır. Bir lisan edipleriyle ölçülür, onların kalemlerinde sanki bir çay gibi demlenir ve bu tabii seyir ile müthiş bir olgunluğa erişir. Bu vaziyet bozulduğu takdirde ise geride "kalıntılar" anılır. Biz tarihi gelişim halkalarını hiçe sayarak bir devrin devrim fırtınasına kapıldık ve kütüphaneleri müze ve dershane vaziyetine terk ettik. Önce sadeleşme cereyanı hoş geldi kulaklara. Ömer Seyfettin'in "Yeni Lisan" makalesinde haklılık payı vardı elbet, Türk nesrinin fonetik hususları bakımından. Fakat işin nereye gittiği Ziya Gökalp'in itiraflarıyla muayyen kılındı hafızalarda. Sadeleştirme cereyanı fikir işçilerinden Ziya Gökalp Bey, Türkçülüğün Esasları adlı kitabının 'Türkçülüğün Tarihi' bölümünde, anlaşılır olmak gayesiyle İkdam gazetesinde kaleme aldığı yazıların tam manasıyla anlaşılması mümkün olmayan bir ‘Türk Esperantosu’ hâline geldiğini ve dili büyük bir çıkmaza sürüklediğini ve bu sadeleştirme harekâtının faydadan çok zarar verdiğini ve bu vahim hatadan derhâl vazgeçtiğini beyan etmişti (F. Kadri Timurtaş, Tarih İçinde Türk Edebiyatı). Maalesef, menfi çığır, insafsızlar elinde, Yahya Kemal'i, Haşim'i, Tanpınar'ı, Fazıl'ı ve hatta bugünün kalemlerini dahi okurken lügate muhtaç kalan bir nesle sebebiyet verdi. Bu harekât elbet muvaffak olamadı, fakat fikirlerin selini durdurmak mümkün olmadı. Eline silahı alan küffara hücum eder gibi Türkçeyi öldürüyordu çekinmeden. Türk dil biliminde cevher olan merhum Muharrem Ergin ulvi bir sedayla seslenmişti zamanında: "Katledilip ölüme mahkûm edilen kelimelerimiz çok iyi bilinmelidir. Çünkü onlar savaşta birer birer şehit edilen neferlerimiz gibidir. Türkçe kurtarılmadan Türkiye kurtarılamaz." Ne oldu derseniz, fısıltı boş lakırdıya galebe çalamadı...            Türkçeyi belki iyi niyetlerle başlayan ayıklama hareketi bize ne getirdi? Ders kitaplarında, İstiklal Marşı'nın altına kelime karşılıkları eklendi. Yani bu vatanın garip nesli ‘’Milli Marş’’ı okuyamayacak bir duruma getirildi, neredeyse kimliksizleştirildi! "Anaç"lardan "andaç"lara,"sorunsal"lardan "artam"lara giden bir uydurmaca "süreç"ini şimdilerde geride bıraktık. Fakat daha büyük istilaya maruz kalınacağı yoktu belki aklımızda. Türkçe tıpkı yirminci asırda uydurmaca belasına nasıl maruz kaldıysa, bugün de İngilizcenin her koldan saldırısıyla resmen pâyimâl hâle gelmektedir. Evet, "gerçek" uğruna "hakikat"ten vazgeçiremediler belki Türkçeyi. Fakat maalesef Nesillerin Ruhu uydurmaca furyasına -baskıyla bütünleşen taassup devrine rağmen cılız sesle de olsa- karşı Türkçenin asırların süslediği şuh eda ve ahengini muhafaza etse de güzel dilimizin yarınını koruyacak kudrete takat getiremediler. Bakınız, Türk halkı yaşadığımız çağın ikinci çeyreğinden itibaren "sempati, entegre, kargo, linç, film, kovboy, trend, illegal, kek, kokteyl, tribün, spesifik, spontane, online..." gibi kelimelerin İngilizce olduğunun dahi farkında olmayacak, sonlarına bir fiil de dahi eklemeyecek, Türkçenin düşüşü tarih boyunca Türklerin en büyük rakibi olan İngilizlere nesillerini teslim edecek. İnanın kaybolan sadece "Spontane gelişen spesifik linç"lerle kahredilen Türkçe savunucuları olmayacak, her biri birer "dünyalı olma sevdalı" kuşaklar, "Bir zamanlar Türkçe de varmış" diye kahkahayla haykıracaklar ve "Tarzanca"yla mağrur bir tıynete bürüneceklerdir. Türkçeyi kurtarmakla Türkiye'yi kurtarmak arasında bir fark olmadığı Peyami Safa'nın yarım asrı aşan şu tarihi sözleriyle daha iyi anlaşılacaktır: "Bir milleti yok etmek isterseniz askeri istilaya lüzum yoktur. Ona tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla manevi değerlerini, ahlâkını soysuzlaştırmak kâfidir." Bu cümleler muhakkak okulların giriş duvarlarına kazınmalı ve Türkün dili yok olmaya yüz tutmadan tez elden yeniden ihdas edilmelidir. Aksi takdirde enkaza çevrilen nesil, zevk ve iştiyakla Tarzancaya dört elle sarılacaktır!   Yazan: Cüneyt Akçatepe