Türkiye’miz, dün sabah, saat 04.17 de 7,7 büyüklüğünde, son yüz yılın en büyük depremlerinden biri ile sarsıldı. Merkez üssü Kahramanmaraş ın, Pazarcık ilçesi olan deprem, 10 vilayetimizde b...
Türkiye’miz, dün sabah, saat 04.17 de 7,7 büyüklüğünde, son yüz yılın en büyük depremlerinden biri ile sarsıldı. Merkez üssü Kahramanmaraş ın, Pazarcık ilçesi olan deprem, 10 vilayetimizde büyük yıkım ve ölümlere sebep oldu.
Sallantılar, Kastamonu dâhil, Batı ve Orta Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Orta Anadolu ve Akdeniz de Antalya ya kadar, birçok ilimizde de hafif ve orta şiddette hissedildi.
Depremin dalga boyutu, yurt dışında, İran, Irak, Suriye, Lübnan dan dan Mısır a kadar çok geniş bir alana yayıldı.
Tüm Türkiye, Milletimiz, Devlet kurumları ile arama ve kurtarma çalışmalarına odaklanmış, yüzlerce artçı sarsıntı devam ederken, saat 13.24 de bölgede 7,6 büyüklüğünde ikinci bir deprem daha meydana geldi. Bu depremde yurdun birçok yerinde hissedildi.
Bölgede bulunan dostlarımızla görüşmeler yapıp, yaşadıkları dehşeti dinledim. TV haber kanalları ile sosyal medyadaki yayınlar, felaketin büyüklüğünü de gözler önüne seriyor.
Ben şahsen,1993 Erzincan depreminin ve 1999 Düzce depreminin tahribatını ve yaralarını, depremlerden 8-10 saat sonra bizzat yerinde görmüş biriyim. Toplumu derinden etkileyen bu felaketlerin ne olduğunu, bir onu yaşayan, birde görenler bilir.
Her deprem sonrası, her felaket sonrası, devleti yönetenler, yetkililer konuşur, uzmanlar konuşur, tedbirler, yapılanlar, yapılmayanlar konuşulur, eleştirilir.
Ateş düştüğü yeri yakıyor. Depreme maruz kalanlar, bir ömür boyu acıları ile yaşanmaya devam ediyor.
Zaman içerisinde,acıyı bizzat yaşamayan çoğu kesimlerde, acının, ateşin sıcaklığı azalır, hafifler, unutulur gider.
Tekrar bir felaket yaşandığında, alınmayan tedbirlerin, uygulanmayan kural, kaide ve yönetmeliklerin, suiistimallerin, sorulmayan hesapların acısı, kaçınılmaz olarak, tekrar karşımıza çıkar.
Bölgeye baktığımızda, sapasağlam duran binaların hemen yanı başında yıkılmış binaları görüyoruz. Kimi üç beş, kimi on, kimi 20-30 senelik binalar. Kimide altı ay öce bitmiş ve deprem garantili olarak satıldığı söylenen binalar.
Peki,sağlam duran ,7.7 şiddetindeki depreme dayanıp yıkılmayan binalar varken ,hemen yanı başında ,yıkılıp kum tepesine dönen,un ufak olan binalar niye bu hale geldi, neden yıkıldı.?
Neden yıkıldığı sorunun cevabını araştırdığınızda, tam da bu noktada, önce ahlakın yıkıldığı, insanlığın ve insani değerlerin yıkıldığını göreceksiniz. Hemen, başta Müteahhidi suçlamak, işin en kolay tarafıdır.
Tamam ,müteahhit, birçok sebeple suçlu diyelim.Şimdi geriye doğru giderek sormak lazım değil mi.? Müteahhit,gerçekten müteahhit mi? Yani,tahsili,kültürü,inşaatçılık konusundaki bilgisi ,eğitimi,tecrübesi nedir? Bilen var mı?
Yoksa eline geçen üç beş kuruş ile ortaya çıkıp inşaat yapan cesaretli bir cahil mi? Hadi bunları geçtik diyelim.
Bu yapının kontrolünü kim yaptı?
Kontrolünü yapanı kim kontrol etti?
Proje uygun değilse, bu projeyi, hangi imar müdürü onayladı?
Hangi meclis üyeleri kabul etti ve hangi imar komisyonundan geçti?
Yapı iznini kim verdi?
Oturma iznini kim verip hangi Belediye Başkanı son imzayı attı?
İşte tüm bu soruları soracak ve duruma göre gereğini yapacak ciddi mekanizmalar harekete geçirmedikçe, her deprem sonunda binlerce insanımızın can kaybına, binlerce ailenin yıkılmasına, eşini, çocuklarını kaybedenlere, yetim kalanlara, dul kalanlara, sakat kalanlara engel olamayız.
Diğer taraftan devlet ekonomisine verilen zarar, konunun bir başka boyutu.
Bu güne kadar, birçok deprem yaşamış ülkemizde, hiç mi ders alınmadı?
Milletimizin yüreği yanıyor, içimiz kan ağlıyor, giden canlar geri gelmiyor.
Şu anda, daha ne kadar can gidecek, ne kadar yarılı çıkacak belli değil.
Büyük bir felaket, büyük bir acı yaşıyoruz. Söylenecek çok söz, yazacak çok şey var, lakin şimdi zamanı değil.