1789 yılında Fransız İhtilali oldu. Kraliyet sistemine son verildi. Demos cratos (halk egemenliği), yani demokrasi ile yönetim anlayışına geçildi.

1789 yılında Fransız İhtilali oldu. Kraliyet sistemine son verildi. Demos cratos (halk egemenliği), yani demokrasi ile yönetim anlayışına geçildi.

Fransa’nın çeşitli illerinden seçilen millet vekilleri meclise geldiler. Fakir, gariban, sessiz, üstü başı dökük, cılız vekiller meclisin soluna, göbekli, şişman, iri yarı, sermayedar, tüccar, toptancı, toprak ağası, feodal, baron vekiller ise meclisin sağına oturdular.

Sol ve sağ kavramı bu şekilde ortaya çıktı…

Evrensel anlamda sol düşünce emeği, bilgiyi, sendikayı, kooperatifi, hukuku, emekli olabilmeyi, kültürü, sanatı, izin hakkını, çalışma koşullarını, gelir dağılımını, adil bölüşümü, kadın haklarını, çocuk haklarını, liyakati savunur.

Sağ düşünce, kapitalizmi (anamalcılığı), aşırı çalışmayı, sendikasızlığı, örgütsüzlüğü, sömürüyü, sermayenin çok büyümesini, feodal ağaları, derebeylerini, tarikat baronlarını, vurgunculuğu, vergi ödememeyi, aşırı tüketimi, doğanın katledilmesini, denizlerin yok edilmesini, çöp dağlarını, din örtüsü altında hurafeleri, eğitimsizliği, köleliği savunur.

Bu topraklarda on yıllarca sahte din adamları “Kitabı soldan verilenlerin cehennemlik olduğu yönündeki” ayeti referans göstererek sol düşünceyi kafir, dinsiz, ahlaksız, hırsız, kötü olarak lanse ettiler (anlattılar). Halbuki sol düşünce yaygın dinlerin savunduğu “adalet, eşitlik, kul hakkı, yaşama hakkı, ifade etme hakkı” en temel değerleri savunur.

5 yıl KKTC’de çalıştım. Orada çok daha çarpık sol-sağ yorumu söz konusu idi. “Rumlarla barış içinde yaşayabiliriz” diyenlere solcu, “Türkiye ile birlikte yaşamalıyız” diyenlere sağcı yaftası yapıştırılıyor. On yıllarca Kıbrıs’ı, 4 kere emekli olduğu için 4 maaş birden alan, bilime, üretime, tarıma, akla sırtını dönmüş, Türkiye’den kopardığı paraları yandaşlarına aktaran bir adam yönetebilmiştir. Şu anda Kuzey Kıbrıs tamamen hukuk dışı, etik dışı bir yapıda ilerlemektedir. Demokrasisi tamamen naylondur. Sağcı ve solcu görünümlü partilerin çoğu Türkiye’den gelen kaynakları çarçur etmekten başka bir düşünce taşımaz. Yani KKTC’de sağlıklı bir devlet yapısı 50 yıldır yoktur. Ada’nın en zenginleri hep 4 emekli maaşı alan zatın akrabalarıdır.

1923’te kurulan Cumhuriyet 1946 yılına kadar tek partili sistem ile idare edildi. Bu dönemde de çok mide bulandırıcı, etik dışı yolsuzluklar, kayırmalar, beyaz Türkleri öne çıkarmalar, Anadolu halkını sefil bırakıcı uygulamalar söz konusu oldu. 100 işin 9’ı iyi yapıldıysa 10’u yanlış yapıldı. Vekil olarak seçilen ayrıcalıklı, creme de la creme (beyaz Türk) tipler illerden vekil seçildiler. Ancak bunların çoğu seçildikleri illere 2 kere bile gitmediler.

1946 yılında CHP ve DP seçimlere katıldı. “Açık oy gizli sayım” adı verilen rezil, berbat, hukuk dışı yöntemle halkın iradesi yok edildi. Sandıkların içeriği değiştirildi. Halk korkutularak istenilen partiye oy verilmesi sağlandı.

1935-45 yılları arasında sağcı, diktatör, Faşist lider Hitler Almanya’yı perişan etti. Hitler’in fikri yapısı ne yazık ki Mustafa İsmet İnönü tarafından da tercih edildi. Hitler FUHRER (ÖNDER) unvanını tercih ederken İsmet İnönü MİLLİ ŞEF unvanını kendisine yakıştırmıştır. Faşist düşünceleri çok seven İnönü, solcu, sosyal demokrat, sosyalist, komünist düşünceleri boğmak, yok etmek, dışlamak için ne gerekirse yapmıştır.

Gençler için ek bilgi: Mustafa İsmet İnönü (1884- 1973), asker ve devlet adamıdır. Türkiye'nin 2. Cumhurbaşkanıdır. Cumhuriyet Döneminde ilk başbakan ve Türk Silahlı Kuvvetlerin ilk genelkurmay başkanıdır.

Mustafa İsmet, 1903 yılında Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn'dan mezun olarak orduya katıldı. I. Dünya Savaşında Kafkasya ve Filistin cephelerinde savaştı. 1920 yılında Anadolu'ya geçti. Genelkurmay Başkanı olarak I. ve II. İnönü savaşlarını kazandı.

Büyük Taarruza Batı Cephesi Komutanı sıfatıyla katıldı. Mudanya Mütarekesinde ve Lozan Antlaşmasında Türk heyetine başkanlık yaptı ve antlaşmaları imzaladı. Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı oldu. 1934'te, İnönü muharebelerindeki başarılarından dolayı İnönü soyadını aldı. Atatürk'ün ölümünden sonra 11 Kasım 1938'de cumhurbaşkanı seçildi ve 1950 yılına kadar görev yaptı. 1950-1960 yılları arasında CHP genel başkanı olarak muhalefet lideri oldu. CHP, 27 Mayıs Askeri Darbesinden sonra 1961'de yapılan seçimlerde birinci parti olarak çıktı. Ancak partisinin oy oranı tek başına iktidar olmaya yetmiyordu. İnönü, böylece Türkiye'nin ilk koalisyon hükümetini Adalet Partisi ile kurdu.

1965 yılında başbakanlığı bırakan İnönü, 1972 yılına kadar ana muhalefet liderliğine devam etti. 1973’te öldü.

Bugün solcu, sosyalist, sosyal demokrat pozları veren Cumhuriyet gazetesi 40’lı yıllarda Faşist Hitler’in ve İnönü’nün demokrasi dışı fikirlerini savunmuştur. Bunlar acı gerçeklerdir…

12 Mart 1970’te askerler demokrasiyi 2. Kez askıya aldı. Silik, vasat, fikirsiz, yetersiz, beyaz Türk Nihat Erim Başbakan yapıldı. Bu naylon yapının ömrü uzun olmadı.

1973-1980 yıllarını demokrasimiz için tam bir skandal dönem olarak ifade edebilirim. Adalet Partisi (AP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Milli Selamet Partisi (MSP) halkı unuttu. Meclis çözüm merkezi olmaktan çıktı. Liyakat çöpe atıldı. Her parti devlette kadrolaşma, ihale kapma, bakanlık ele geçirme yarışına başladı. Memur ve işçiler sağ-sol kamplara bölündü. Hukuk, adalet, ticaret, demokrasi, sendikal yapılar işlemez hale geldi.

1945’ten sonra hırsız ABD’nin kuyruğuna yapışan siyaset baronları ülkeyi fakir bırakma noktasında hiç utanmadılar. Sömürücülerin önünü tamamen açtılar. Ulusal sanayiyi yok ettiler. Montajcı, komprador burjuvazinin sözcüsü olmayı yeğlediler.

1974 yılında Kıbrıs’ta katil Rumlar tarafından yok edilmeye başlanan Türk yurttaşları korumak için Barış Harekatı yapıldı. Batılı ülkeler (ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada, Belçika, Danimarka, Yunanistan vb.) Türk ordusunun Kıbrıs’ın yüzde 29’unu Türk yurdu yapmasından ötürü ekonomik ablukayı başlattılar. Piyasada yağ, şeker, un, tuz, akaryakıt, LPG, yedek parça bulunamaz oldu. Karaborsacılık yaygınlaştı. Aynı dönemde CIA tarafından Ermenilere ASALA adlı terör örgütü kurdurulup Türk diplomatlar öldürülmeye başlandı.

Halkın şaşkın hale gelmesi, devletin çürütülmesi, etnik yapıların birbirine düşman olması, demokrasinin yozlaşması için sağcı, solcu, sosyalist, Marksist, Leninist, dinci, faşist naylon örgütler kurularak destabilizasyon (kararsızlaştırma) projeler devreye sokuldu.

CIA uzantısı Gladyo örgütünün verdiği aynı silahlarla sağcı ve solculara suikastler düzenlendi. Aşırı sol örgütler ve faşist örgütler Gladyo adlı derin devlet yapılanmasının elemanları tarafından kışkırtılarak halkın birbirini kırması sağlandı.

1975-80 yılları arasında ülkede eğitim durdu, demokrasi yok oldu, hayat pahalılığı arttı, enflasyon yükseldi, üretim aksadı. Devlet 70 Cent’e muhtaç hale gelerek hırsız Dünya Bankası ve haydut IMF’nin ağına düştü.

12 Eylül 1980 darbesini yapan, vasat, yeteneksiz, orta zekalı, ABD yetiştirmesi, sahte Atatürkçü, lüks ve şatafat meraklısı, uyduruk ressam Kenan efendi asla bu ülkenin çıkarları için o makama gelmiş birisi değildir.

ABD, Türkiye’nin serbest pazar ekonomisine (vahşi kapitalizm) geçmesi için bu darbeyi yaptırdı. Amaç, ülkenin şirketlerini, limanlarını, tarlalarını, ovalarını, otellerini, fabrikalarını, üniversitelerini emperyalizme açmaktır. Kim ne derse desin, 12 Eylül’den sonra bu topraklar yüzde 90’lara varan oranda Batı’nın güdümüne sokulmuştur.

Dünya Bankası’nda uzman olarak çalışan, çocuklarının tümünün Selanikli beyaz Türklere ait Şişli Terakki Lisesinden mezun olduğu, sürekli puro içen Semra bir karısı olan Turgut Özal, Batı’nın her dediğini yaptı. Ülkenin bütün pazarlarını sonuna kadar yabancı şirketlere açtı. Fikrimce Özal’ın 100 projesi var ise 90’ı bu halkın çıkarına değildir. Yaptığı 10 doğru iş var diye bu zatı eleştirmekten kaçınamayız.

Turgut Özal için yasalar, Anayasa önemsizdi. Muhalefete gerek yoktu. Özgür medya diye bir şey olmamalıydı. CIA güdümlü Tarikatler serbestçe faaliyet gösterebilmeliydi.

Bazı kaynaklara göre Turgut Özal’ın annesi Tunceli’den Malatya’ya gelip öğretmenlik yapan Ermeni dönmesi bir kişi idi. Karısı Semra ise Sabetaycıların Kapancı koluna mensup bir sekreter (memur) idi. Bu kadının yıllarca en samimi arkadaşı eşcinsel olduğunu açıkça söyleyen Fatih Ürek adlı botokslu tip idi.  

Sonuç olarak 1945’lerden itibaren ülkemizde kurulan onlarca sağcı, solcu, faşist, dinci, liberal partilerin yüzde 99’u bu görüşleri paravan olarak kullanan yapılar olarak karşımızda durmaktadır.

Sol partiler sol düşünceye asla uygun hareket etmiyorlar. Örneğin, bir vekilin 2 yılda emekli olması hukuka uygun değildir. Binlerce solcu vekil arasında “Bu maaş benim hakkım değil. Halkın parasını çalamam” diyen işittiniz mi?

Hiçbir demokratik ülkede Meclis lokantası yoktur. 3-5 TL’ye yemek sunulan yerler yoktur. “Ben buradaki çürümeye ortak olmam. Halkın vergilerinden gelen kaynakların, vekillerin şatafatlı yaşantısı için kullanmak doğru değildir” diyen bir solcu vekil duydunuz mu?

Bu topraklardaki demokrasi son 75 yıldır evrensel standartlarda değildir. Sağcı, solcu, sosyalist, komünist, faşist, dinci, bölücü, feodalist partiler için halkın fakirlik çekmesi, işsiz olması önem arz etmez... Bu yapılara destek olan halk kitlelerinin ağlamaya, sızlanmaya hakkı da yoktur.

Ali Özdemir

Eğitimci-Yazar-Yayıncı

0505 220 83 85

www.aliozdemir.net

13.12.2024