Sussam vicdanım rahat bırakmıyor, konuşsam birilerini kırmaktan korkuyorum, harekete geçmemiz gerekirken yine temcit pilavı gibi son günlerde bir TTK konusu yeniden işlenmeye başladı:” neden bu hale geldi ve nasıl kurtulur,vs.?”   Bu konuda her türlü girişimi  iyi niyet olarak değerlendiriyorum  ama, bu konu işlenecekse önce siyasetçilerin ve sendikacıların bazı gerçeklerle yüzleşmesi gerekir, çünkü bu kurumu bu hale getirenler çalışanlar değil, çalışmayanlardır. İki başlık altında kendi fikrimi açıklayacağım, bir yaraya merhem olmasa bile ben vicdanen rahatlamış olurum.

 

SİYASETÇİLER

Şu anda TTK nu yönetenlerin, eski yöneticilerin, çalışan işçi kardeşlerimin  ve işini  doğru yapan siyasetçilerimizin affına sığınıyorum, çünkü her önüne gelen önce bu arkadaşlarımızı suçladılar, bu kurumun bu hale gelmesinde zerre kadar kusurları yoktur ve onlar görevlerini yapmaya çalışırken günah keçisi oldular, oluyorlar. Açık söylüyorum; Ben de bir Mad. Mühendisiyim ve yıllarca bu kurumun ekmeğini yedim, naçizane yöneticilikte yaptım, aklım erdiğince çözüm konularında söyleyeceklerim olduğunu düşünüyorum ama; bana deseler ki: “ al bu kurumu ıslah et, verimli hale getir”  Radikal bir sistem değişikliği olmadığı sürece asla kabul etmem, çünkü kurum hakkındaki her türlü keyfiyeti sizin dışınızdakiler, yani siyasetçiler belirliyor, fatura size çıkıyor.

Her yazımda olduğu gibi yine kısa bir anekdotumu aktarayım siz karar verin: Yakın bir tarihte ben bir şirketin yöneticiliğini yaptığım sırada, bölgemizin etkin ve yetkin bir siyasetçisi ile bir arada oldum, toplantıda konu yine TTK idi,  nasıl olduysa konuyu kendisi açtı ve dedi ki: Ne olacak bu kurumun hali? Ben de : Benim şartlarımda verin bana, iki senede kara geçireyim. Siyasetçi :”bunu nasıl yapacaksın?” demek yerine ve benim düşüncelerimi öğrenmek yerine, ters ters bakarak: “nasıl yani şapkadan tavşan mı çıkaracaksın müdür?”  diye bir de alay etti, ya mübarek beni bir dinle ne kaybedersin?

Bu kurumun bu hale gelmesinde en büyük suçlu siyasetçilerdir,  bu günü kast etmiyorum, seksenli yıllardan günümüze kadar kurum hakkında söz sahibi yerel siyasetçiler vebal altındadırlar, kurumu bir siyasi arpalık olarak kullandılar, her seçim döneminde olmayacak vaatlerde bulundular, her gelen iktidar kurumla uzaktan yakından ilgisi olmayanları kuruma yönetim kurulu olarak atadılar, çünkü adamları seçim kaybetmişti ve arpalık gördükleri bu tip kurumlarla yandaşlarının gönlünü alıyorlardı. Verdikleri vaatlerin hiç değilse bazılarını yaptırmak için  yöneticileri sıkıştırdılar, yöneticilerden onay çıkmayınca görevden aldılar, göreve getirdiği şahısların   bilgisine ve birikimine bakmadılar, bu diğer çalışanlar arasında, çalışma arzusunda büyük hasarlara sebep oldu, kurumda halen o kadar önemli değerler var ki, kenarda, köşede atıl vaziyette bekleyen, veya küsüp emekli olan. Hiçbir siyasetçi de demedi ki: “Yahu gelin bu kurumu rehabilite edelim, günün şartlarına göre sistem değişikliğine gidelim, gerekirse teknolojik yatırımlar için yardımda bulunalım, Ankara’da salya sümük ağlayalım ve bu kurumu kurtaralım, çünkü bu kurumun ekmeğini yemeyen kalmadı nankörlük yapmayalım vs.”    Burada bir konuyu açıklamak gerekir;  Kurumda birkaç rehabilite projeleri yapıldı ve korkunç paralar ödendi, sırf günü kurtarmak ve birilerine yüklü paralar kazandırmak için. Şimdi o projelerin ne olduğunu ve neden yapıldığını ne arayan var, ne de soran, bunların yapılış amaçları da zaten siyasi idi. Siyasetçiler ve sendikacılar hiçbir araştırma yapmadan ve düzenleme yapmadan tek yaptıkları şey: “ Kuruma işçi alınsın”  Neden alınsın, işçi alınırsa nasıl bir durum ortaya çıkacak, hedef nedir? vs.”  gibi konular araştırılmadan işçi alınsın deyip günü kurtarmaya çalıştılar. Bu güne kadar: “Bu şartlarda bu kuruma alınacak her işçi daha çok zarar demektir” diyecek kadar cesur bir siyasetçi zaten görmedik, çünkü böyle bir çıkış,   hem bölgesinde ve hem de siyasetinde kötü bir son demekti, bunu bildikleri için kimse delikanlı davranamadı. Siyasetçilerin bu kuruma ve bu bölgeye yapmış oldukları kötülükleri değil böyle gazete sayfası, bu konulardan bir roman çıkar. Hadi ben bazı şeyleri abartmış olayım ki az bile söyledim, çıkılsın sokaktaki vatandaşa sorulsun benim dediklerimden daha fazlasını duymazsanız ben de herkesten özür dileyecek ve bir daha bu konulara girmeyeceğim.

 

SENDİKACILAR

1979 dan beri bu kentteyim, ondan öncesini görmedim ama her şey arşivlerde var.Bu kente gelmeden önce Bursa’da DİSK GIDA-İŞ sendikasında faal olarak çalıştığımdan sendikal faaliyetler konusunda az da olsa bilgi sahibiydim. Geldiğim günden bu güne gördüğüm tek şey: Sendikacılar toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde iş verenin karşısına onlarca dosyayla çıkarlar, her madde uzun uzun görüşülür, çünkü ne kadar uzun görüşme o kadar oturum parası, görüşmelerde hiçbir sorun çıkmaz, ama aylar sürer, fakat bütün bunlar göstermelik mücadeledir, bir madde hariç, diğer yüzlerce maddenin sonucu belli olmasına rağmen görüşülür ve bir sonuca bağlanır, o dediğim tek madde asıl meseledir, seksenli yıllardan günümüze kadar o madde ücret konusudur. Burada bir nokta koyalım: Almanya’da bir toplu sözleşme görüşmesi yapılmaktadır, işveren 9 zam önermektedir, sendika 5 istemektedir, görüşmelerden bir anlaşma çıkmaz ve grev kararı alınır, bu durumu sendika başkanına sorarlar:” ya kardeşim daha ne istiyorsun işveren yüksek ücret veriyor, sen daha azını istiyorsun ve anlaşamıyorsunuz?” deyince sendika başkanı: ” o işe öyle bakamayız, eğer işveren bana o kadar zam verirse,  bu fabrika kapanma noktasına gelir ve benim üyelerim işsiz kalır, hem fabrika çalışsın, hem işçim işsiz kalmasın.”   Şimdi şapkamızı önümüze koyalım bir düşünelim: Sayın sendikacılar her toplu iş görüşmelerinde kurumdan ne kadar kıl koparabiliriz anlayışında oldunuz mu olmadınız mı, sendika seçimlerinde kazanmak uğruna bölge şovenizmi yaptınız mı,  yapmadınız mı? İşini ve seçilmiş olduğu sendikal görevini layıkıyla yapanları tenzih ederim, ama çoğunluk işini layıkıyla yapsaydı bu gün bunları konuşmuyor olacaktık, benim gördüğüm bu. Sendika işçinin olduğu kadar iş yerinin de sahibidir, onun geleceğini de düşünmek zorundadır, bu arada çalışanların aldıkları ücret helali hoş olsun, onlar her şeyi hak eden emekçi kardeşlerimizidir, baştan dedim ya bu kurumu çalışanlar değil, çalışmayanlar bu hale getirdi.

Kozlu’da olay! Ekipler peşine düştü Kozlu’da olay! Ekipler peşine düştü

TTK da kişi başı üretim 450-500 kg civarındadır, özel sektörde bu rakam 1000-2000 kg arasında değişkenlik göstermektedir. TTK nun üretim maliyeti yaklaşık 1750 tl ,ortalama satış 300 tl civarındadır, özel sektörde bu rakam ortalama 450 tl civarındadır. Bu rakamlar şirketlerin  sırrı değil, yayınlanmış TTK faaliyet raporlarında mevcuttur. Bu hesapları incelemek için uzman olmanıza da gerek yok kardeşim. Kamuda bir çalışan bir günde işverene yaklaşık 150 tl kazandırır, kurumdan bunun karşılığında 250 tl alır. Bu rakamlar anlaşılsın diye yazıyorum ve tekrar ediyorum işini yapan çalışanları, işini doğru yapan siyasetçi ve sendikacıları tenzih ediyorum ,lütfen kimse alınganlık göstermesin,  birisinin çıkıp “Kral Çıplak!” demesi gerekiyor.

Uygun sistemini kurarsın, çalışanların İş sağlığı ve Güvenliğini ve  her türlü şartlarını sağlarsın, kişi başı üretimini 2000 kg çıkarırsın, 8000 çalışandan elde edeceğin 16000 ton kömürle ÇATES’ i doyurursun, geriye kalanı satarsın para kazanırsın, kimse de seni ülkenin kamburu görmez, yeter ki sendikacı ve siyasetçilerimiz biraz daha gayret göstersinler,  yada gölge etmesinler, yemin ediyorum çözüm çok kolay.

 

ÇATES

Şimdi  ÇATES’in sahiplerini göreve çağırıyorum, benim buradan gördüğümü tabii ki onlar da görüyor, ama ben yine de hatırlatayım.

 “ Kardeşim daha ne bekliyorsunuz, tüm şartlar sizin lehinize,  yapın artık şu derin deniz deşarjınızı ve çalışmaya başlayın, ekonomik veriler dün aleyhinize idi,bu gün  sizden yana. Nasıl mı?” Ankara’da sizin de bizden daha iyi bildiğiniz EPDK diye bir kurum var ve ülkemizde üretilen tüm enerji santrallerinin üretim maliyetlerini her gün yayınlarlar,  bir nevi borsa gibidir, devlet en düşük maliyeti belirler, üzerine kar payını koyar,  bir fiyat belirler ve o fiyat üzerinden üretmiş olduğun elektriği satın alır, parasını öder, sen, istersen kilovat saatini 10 kuruşa mal et, istersen 100 kuruşa,  resmi alış fiyatı neyse alacağın para da odur. Şu anda doların bu kadar artması, ithal kömüre ve doğal gaza binen maliyetler nedeniyle bu tip işletmelerin ana girdi maliyetleri yükselmiştir, senin kömürün yine aynı para ve daha düşük maliyetle üretme imkânın varken, aklını başına topla derim, Sayın ÇATES yöneticilerini affına sığınarak akıllarını başına topla dememdeki amaç dostça bir uyarıdır, yoksa bu tip kurumları yönetenler elbette akıllı insanlardır, ama ortada böyle bir durum varken ve bizler de bu kentte yaşıyorsak kentimizin kalkınması ve çevreye daha çok duyarlı çalışmalar yapılaması tek arzumuzdur, yoksa kimseye akıl vermek gibi bir misyonumuz yok.

 

https://www.imzagazetesi.com.tr/yazar-ttk-ve-cates-190.html

Editör: TE Bilisim