İsimsiz “Seyyare”ler
Kitapta, başkahramanlarını, yürek yakan yaşanmışlıklara sahip kadınların oluşturduğu beş öykü yer alıyor. Yazarın edebi yönden beslendiği alanı zengin köklerinden kopmaması ve dilinde zorlama olmadan yalın ve akıcı bir biçimde aktarması olarak tanımlayan Adil Hacıömeroğlu, kitabın Önsöz’ünde şunları söylüyor: “Öyküler ister birebir yaşanmış olsun ister yaşama uygun kurgulanarak yazılsın özlerindeki gerçekçiliği hep korur. Gerçekçilik ve yaşama uygunluk, insanların öyküye ilgisini çoğaltır. Kısa soluklu görülseler bile o kısa soluk, bir yaşama can verir. Dünya üzerindeki insanların yaşamları birbirine hiç benzemez. Yaşam dediğimiz süreç, inişli çıkışlı bir yol. Kişi, yaşamın karşıtlıklarını birlikte yaşar. Zaten doğal denge de karşıtlıklar üzerine kurulmuş değil mi? Gece olmasaydı gündüzün değeri bilinir miydi? İnsanoğlu, kışın zorluklarını iliğine dek duyumsamasaydı baharın özlemiyle yanıp tutuşur muydu? Şükran Balekoğlu Yamak, hemşehrim bir yazar. Aynı zamanda iyi bir dostum ve arkadaşım da… Sanal ortamda tanıştık. Yazılarımız, bizi birbirimize yaklaştırdı. Sanal ortamdaki uzak arkadaşlık, telefonlara taşındı. Kırk yıllık bir dost gibi ya da deyim yerindeyse akraba evinin kızı gibi. Ancak henüz yüz yüze tanışamadık bu sıcak yürekli insanla. Balekoğlu, Zonguldak’ta doğup büyümüş. Ata toprakları Of’la ilişkisi aile büyükleriyle olmuş. Annesi sayesinde Of genelinde, Bölümlü (Zisino) özelinde konuşulan dilin bütün inceliklerini kavramış. Ağız özelliklerinin ayrıntılarını içselleştirmiş. Annesi aracılığıyla anadilinin ağız özelliklerini benimsemiş. Bunun içindir ki doğup büyüdüğümüz ortamda öğrendiğimiz, düşlerimizi gördüğümüz dile, anadili demekteyiz. Şükran Hanım’ın annesi bilge bir Karadeniz kadını. Belleği çok güçlü. Sözlü tarihin canlı bir örneğiydi yaşadığı dönemde. Bildiklerini, deneyimlerini, yaşadıklarını gömütlüğe götürmemiş kızına devretmiş sandıktaki en değerli çeyizler gibi. Şükran Balekoğlu da bu çeyizin değerini bilmiş, yazıya dökmüş. Daha önce çıkan iki kitabını (Kal-leş ve Kurdar Beni Daa) soluksuz okumuştum. Önceki kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da yaşam gerçeklerini, yaşanmışlıkları virgülüne dokunmadan anlatmakta yalın diliyle. Dilinde zorlama yok! Günlük yaşamın konuşma dilini yansıtmakta öykülerinde. Yazılarında konuşma dilinin kullanılması, okurları sıkmıyor. Öykülerin konusu olan olaylar, kullanılan yalın dille lezzet bulmakta okurlarda. Öykülerin her birinde derin bir gerçekçilik var. Yaşanmışlık, öyküleri çekici kılmakta. Öykülerin hepsinde yüreği yakan olaylar anlatılmış. Öykülerin başkahramanları genellikle kadınlar. Feodalitenin, kötü geleneklerin, cinsel ayrımcılığın ezim ezim ezdiği, horladığı kadınlar… Aslında kötü gelenekler, başkahraman olan erkekleri de ezmekte. Fırsatçılık, kazanma hırsı sevileri yeniyor öykülerde. Yüreği sevi ile dolu güzel insanlar, kötülüklerin karşısında eriyip gitmekteler. Kötülük canavarı, güzellikle besleniyor sanki… Öykülerde kadının ezilip horlanmasında diğer kadınlarında etkin olduğu görülmekte, özellikle Fatma-Dursun ile Yıldız-Nejat’ta çok belirgin bu. Kadınlarımızı geleneksel feodal kalıplardan kurtarmak hepimizin görevi. Erkeği de yetiştiren kadın… Öyküler okurların yüreklerini yakmakla birlikte gülümsetmekte aynı zamanda. Yaşam da böyle değil mi? Sayın Balekoğlu’na yazın yaşamında başarılar dilerim. Onun çıkınında nice öykülerinin olduğunu biliyorum. Bunları, okurlarıyla buluşturmalı. Toprağın altındaki altın yer yüzüne çıkarılmalı ki sarraf elinde değerini bulsun. Ortaya çıkan yapıtlar, sonsuzluk yolculuğuna başlasın.”
Editör: TE Bilisim