Mehmet Çelikel Lisesi mezunu olan ve Köyceğiz'de yaşayan Yalçın, eserleri ve kültürel katkılarıyla tanınıyordu. Yalçın, uzun yıllar boyunca Zonguldak'taki edebiyat çevrelerinde önemli bir figür olarak yer aldı ve birçok eser kaleme aldı. Geçtiğimiz yıllarda sağlık sorunları yaşayan yazar, tedavi görmesine rağmen dün gece hayatını kaybetti.

Zonguldak’ın Büyük Yazarı: İrfan Yalçın

      Yazarlığa ilk adımları attığım yıllarda, söyleşi ve imza günleri için, memleketim Zonguldak’a daha sık gider, gelir olmuştum. 
       Bu gidişler, o zamana kadar hiç tatmadığım bir edebiyat çevresiyle buluşturdu beni. Yeni dostlar edindim; kendi şehrimin aydın fikirli yazar ve gazetecileriyle görüşmelerimin, memleketimin kültür atmosferi içinde soluk almanın, beni bambaşka bir dünyaya getirdiğinin farkındaydım. 
       İşte o günlerde görüştüğüm kişiler, Zonguldak’ta yetişmiş bir yazardan saygıyla söz ediyorlardı. “İrfan Yalçın”dı o yazarın adı. 
       Aynı okuldan mezun olmuştuk, Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nden. Benden büyüktü, ağabeyimdi, kendini edebiyata adamış, birçok eser vermiş, kitaplarıyla tanınmıştı. Köyceğiz’de oturuyor, ancak her türlü kültür etkinliğinde onu Zonguldak’ta görüyordunuz.
       Önce, iki kitabını okudum: “Ölümün Ağzı” ve “İçimdeki Zonguldak”. Bu kitapları hiç elimden düşürmeden okuyup bitirdiğimde, onunla, hem de Zonguldaklı olan böyle bir yazarla tanışmak için büyük bir istek duydum içimde.
       Babam Tâhir Karauğuz’un yaşamını anlatan “Kuvay-ı Milliye Ruhuyla Bir Ömür” adlı kitabım yeni yayınlanmıştı. Yeni kitaplar yazmak vardı aklımda, kendi şehrimin bu değerli yazarının belki önerileri olabilirdi benim için, bu nedenle tanışmak istedim.
       Zonguldak’ın değerli gazetecisi ve yazarı, arkadaşım Ahmet Öztürk’ten, İrfan Yalçın ağabeyin telefon numarasını aldım ve aynı gün onu telefonla aradım.
       Meğer otobüsle Köyceğiz’e gitmekteymiş, tesadüf bu ya, tam bir yerde durup mola verdiklerinde, telefonu çalmış. Tabii çok memnun oldu, güzel bir konuşmayla tekrar görüşmek üzere kapattık telefonu. İşte o gün, o saat, o dakikalarda, İrfan ağabeyle  çok güzel bir dostluğun temeli atılmış oldu aramızda.
       Dostuğumuz hep devam etti; saygıdeğer eşi Özden hanımın ve eşim Nilgün’ün de aramıza katılmasıyla, birbirimize içtenlikle bağlı çok samimi birliktelikler içinde sürdürmekteydik yaşamımızı. Örneğin, Zonguldak’a giderken, Köyceğiz’de binmiş olduğu otobüs Ankara’ya geldiğinde, Zonguldak otobüsüne binmek üzere otobüsünü değiştirmesi gerekiyordu. İşte biz o anda devreye girerdik, onları Ankara’da otobüsten indiklerinde karşılar ve hep birlikte doğru bizim eve giderdik. Ve sonra birkaç gün bırkamazdık, ne sohbetler, ne muhabbetler, ne yemekler ve rakı tabii, severdi rakıyı, böyle ortamlarda içilmez de ne yapılır?
       Bu olayı, şu ünlü “Deli Dumrul” hikâyesine benzetirdik. Deli Dumrul, köprüden geçirmezmiş insanları. Biz de onların Zonguldak’a gidişini geciktirip, Deli Dumrulluk yapıyorduk işte.
       İrfan ağabeyle sohbetlerimizde, şöyle bir ortam oluşurdu kendiliğinden. Onun bir edebiyatçı olarak derin kültürü hep etkilerdi bizi ve çok şeyler öğrenirdik ondan. Örneğin, bir doktor kendisinden daha bilgili ve deneyimli bir başka doktordan veya bir mühendis kendi mesleğindeki başka birinden yeni şeyler öğrenerek kendini geliştirebilir. İşte bizimki de öyle olmuştu, İrfan ağabeyle yaptığımız sohbetlerin bizim kültür seviyemize çok şeyler kattığını açıkça söyleyebilirim.
       Bu arada şöyle bir hâtıramız da oldu onlarla. Geçtiğimiz yıllarda, Ege sahillerindeki yaz tatilimizden dönüşte, Köyceğiz’e uğrayıp, onların bahçeli güzel evlerinde birkaç gün misafiri olmuş, çok güzel anılarla ayrılmıştık oradan. 
       İrfan ağabeyin, benim yazarlık yaşamımın gelişiminde çok büyük katkıları olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Örneğin, ikinci kitabım olan “Karaelmas’ın İlk Madencileri”ni yazdığım sırada, kitabın taslak metnini ona göndermiş ve önerilerini beklemiştim. 
       Şöyleydi İrfan ağabeyin önerileri:    
       “Ahmet Ali, Edhem ve diğerleri çok çekmişler maden ocaklarının acımasız koşullarında. Onun için sen daha da acımasız yazmalısın onların çektiklerini. Üstelik bu insanlar 18-20 yaşlarında daha çok gençler, hepsinin birer sevgilisi olmalı o yaşlarda.”
       Başka önerileri de vardı tabii, ben hepsini dikkate alarak kitabı yeni baştan yazdım ve sonunda okur tarafından çok tutulan güzel bir kitap ortaya çıktı. Sevgili İrfan ağabey,  bu kitaba çok da güzel bir “Önsöz” yazarak, beni sevindirdi. 
       İnsan hayatı, maalesef karşılaşılan acımasız gerçeklerle dolu. 
       Onun bir-iki yıl önce bir rahatsızlık geçirdiğini biliyorduk, ancak yapılan tedaviyle sağlığının artık iyi olduğuna inanmıştık. Ancak, dün gece aldığımız o acı haber hepimizi derinden sarstı, içimiz yaktı. Hem öyle bir yaktı ki, tarifi yok. Yaşam böyle işte, çâresiziz. 
       Özden ablamıza, ailesine, sevenlerine sabır dilemekten başka ne yapabiliriz ki.

Madencilere beyaz takım elbise! Madencilere beyaz takım elbise!

       Doğu Karaoğuz, Ankara, 1 Temmuz 2024.

Kaynak: Bülten