İlk, orta, lise ve üniversiteye her gün 3 - 5 km yürüyerek gittim. 1980’li yıllarda yürümenin zararlı olduğu daha keşfedilmemişti (?). Günümüzde ise 500 metrelik mesafeye bile uzak deniyor. Çocuklar kapıdan alınıp okul bahçesine kadar getiriliyor.
Çıra ışığında, gaz lambasında, lüks ışığında, titrek akkor lamba altında, ikide bir bozulan flüoresan lamba ile de ders yaptım. Yani taş devrini de uzay çağını da gördüm.
2000’li yıllardan sonra bize bir şeyler oldu. Telefon, tablet, bilgisayar sahibi olmayanlar arızalı olarak görülmeye başlandı. Her eve büyük tv’ler girdi. Binlerce kanal açıldı…
Ortaya ne çıktı: Bir yılda kaç hafta var? Pi sayısı kaçtır? Türkiye Cumhuriyeti kaç yılında kuruldu? 80 TL’nin yüzde 5’i kaçtır? gibi en basit sorularda donup kalan gençler çoğaldı.
30 yıllık öğretmenim. Bu süre zarfında haftada 30-50 saat ders anlattığım yıllar oldu. Özellikle son 10 yılın nesline bir şey öğretmek, yaptırmak imkansız hale geldi.
Lise çağındaki çocuklar genellikle kahvaltı yapmadan okula geliyor. Kalem, silgi, defter, kitap gibi gereçleri derse getirmek istemiyor.
Kafa karıştırmamak için X-Y-Z kuşakları, kristal-indigo çocuklar mevzularına girmek istemiyorum. Dünya Sağlık Örgütü “21 yaşın altındaki herkes çocuktur” diyor. Doç. Dr. Oytun Erbaş gibi tıp uzmanları ise “25 yaşın altındaki herkes çocuk olarak değerlendirilmeli, sosyal medya bunlara yasaklanmalı” diyor.
İşte bu yazıda gelmek istediğim nokta burasıdır. Çocuklarımız Facebook, Instagram, Twitter vb. gibi foseptik çukurlarında boğulmak üzere.
Okula telefon getirmek yasak, sakıncalı diye bin defa söylüyoruz. Ama en başta ana-babalar buna karşı çıkıyor. Gerekçeleri şu: “Ben çocuğumdan nasıl haber alacağım?”
Ülkemizde neden bilim yok, neden patent yok, neden kitap okuyan yok diye söylenenlerin hepsinin elinde telefon ve bilgisayar var…
Bu salgına kim dur diyecek?
Ali Özdemir