Yıllardır belden altı yazılarıyla gündemden düşmeyen Pusula Gazetesi Sahibi Ali Rıza Tığ, 'ARIZA' lakabına uyacak bir yazıya imza attı. Son yazdığı köşesinde çok iğrenç bir yoruma daha imzasını atınca ortalık ayağa kalktı ve sosyal medyadan kendisine tepkiler yağmaya devam ederken Zonguldak tarihi ve nostalji yazarı Yüksel Yıldırım uzun zamandır köşe yazdığı Pusula Gazetesi'nden bu çirkin benzetme sonrası son kez köşe yazısını paylaşarak ayrıldı. İşte o yazı;
"Bugünkü yazımda fotoğraflara yer yok, o yüzden bir kanadı kırık, bi o kadar da buruk bir yazı olacak…
İster Pusula web sayfası köşem olsun, ister başka yazılarım olsun ve ya sosyal medya sayfalarındaki paylaşımlarım olsun, işlediğim konuya bağlantılı fotoğraf olmasına özen gösteririm. Fotoğraflar, özellikle de eski fotoğraflar geçmişin izlerini ve özlemlerini günümüze taşıyan masum derin karelerdir.
Ancak bazı makalelerimde, yazılarımda, sosyal medya ve benzeri mecralarda fotoğrafsız yazı yazarım. Bu tür yazılarımda içimdeki nostalji duygusunun yerini güncel hayatın çirkin gerçeklerinin fotoğraflarla belgelenip geleceği kirletmesini istememem neden olabilir…
Pusula köşemde makalelerimi eski tarihi fotoğraflarla destekleyerek belgesel tadında yapmaya özen gösteriyorum. İşlediğim konular, içeriğiyle paralel fotoğraflarla zenginleşir. Öyle ki bazı fotoğraflar o kadar özeldir ki, bir kitap dolusu yazıyla anlatamazsınız.
Pusula arşivim yüzlerce konu içeren, binlerce belge ve fotoğrafın olduğu bir arşiv. Bu arşivin çok değerli belge ve bilgiler muhafaza ettiğini söyleyebilirim. Zonguldak tarihine ait arama motorlarında araştırma yaparsanız karşınıza ilk sırada köşemde paylaştığım bilgi ve belgeler olduğunu görebilirsiniz. Bu belgeler yılların emek ve özverisiyle oluşturulmuştur. İncelediğinizde anlayacaksınız. Tek isteğim bu sayfaların sanal alemde yok olmaması…
Çok mutlu olduğum, beni her zaman sevindirecek önemli bir dönüşüm var...
Zonguldak Nostalji köşesi ve sosyal medya sayfasında on binlerce makale, belge ve fotoğrafın sunulması ile, toplumda eskiye karşı özlem, tarihimize olan ilgi, endüstriyel ve kültürel miraslara karşı sahiplenme ve yaşatma kültürü bilincinin oluşmasına katkı sağladığına inanıyorum. Bu da beni mutlu eden, yorgunluğumu alan düşüncem…
Sonuca gitmeden önce on yıla yakın bir süredir emek verdiğim Zonguldak araştırmalarımın nasıl başladığına kısaca değinmek istiyorum.
“Zonguldak Nostalji” ismine vesile olan rahmetli gazeteci Harun Ersoy’dur. Harun Ağabeyin “Zonguldak Nostalji” diye bir albümü vardı. Kendi çektiği fotoğraflardan oluşan Zonguldak albümü oluşturmuştu. İsmine de Zonguldak Nostalji adını vermişti. Çalışma benim çok hoşuma gitti... Oradan esinlendim. Sosyal medyada sayfa oluşturdum. Zonguldak Nostalji’nin ilk paylaşımlarında rahmetli Harun Ağabeyin albümünün büyük rolü var… Rahmetle anıyorum…
İlk olarak, ‘Eski Zonguldak’ı özlüyorum, yaşatıyorum’ düşüncesi ile yazılar yazmaya başladım, Zonguldaklı yazar Fikret Bila’nın söylediği “güncel eski Zonguldak” fikrini savunan düşünceyle yazılar yazıyorum. Ancak konular ve fotoğraflar kentimizin havza tarihine de ışık tutuyor. Endüstriyel, kültürel tarihimiz dop dolu. Onları güncellemeyi kendime görev bildim. Geçmişte derin izler bırakan tarihimiz kadar, kimsenin bir daha hatırlayamayacağı detayları da kayıt altına alarak yaşatmak istiyorum…
Sokağın delisi dediğimiz o derin insanların yaşamları benim için kömür tarihi kadar önemli. Deli Şükrü, Deli Nuri, Güllü Dayı, Deli Ramazan vb. gibi örnekler… Onlar benim için kent tarihinde bir dönem ve bir iz…
Pusula Gazetesi’nde köşe yazmama vesile olan dönemin genel yayın yönetmeni Atilla Öksüz’dür. Yazı yazmamı teklif etti, ben de kabul ettim. Pusula web sitesi teknik altyapısında sorumlu Bayram Tomakin bana giriş şifre ve parolası oluşturdu. O gün bu gündür yazılarımı ve fotoğrafları kendim hazırlar, düzenler ve konu akışına göre siteye kendim yüklerim. Tıp ki bu yazım gibi…
Şimdi başka bir sektörde çalışan Aydın Arslanyılmaz yazılarımı özveriyle redakte eder ve gazete baskısına hazırlardı, o işi şimdi Emre Acar başarıyla yapıyor. Gazeteden Öznur Güneş’le de bir röportajımız geçmişte olmuştu. İsmini zikretmediğim diğer emekçi arkadaşlara da buradan teşekkür ediyorum…
İSA ÇAVUŞ’UN TORUNUYUM…
1909 yılında Erzincan’da doğan İsa çavuş, çocuk yaşlarındayken Zonguldak’taki Ali Fırat beyin ocaklarında çalışmak için köyündeki büyükleriyle birlikte 12 yaşında Zonguldak’a gelir. Askerlik zamanı gelene kadar Ali beyin maden sahasında çalışır. 1930 yılında evli ve üç erkek çocuk sahibidir. Askerlik dönüşü memlekette bulunan ailesini de yanına alır ve üç kız çocuğu daha dünyaya getirir. Altı çocuğunu zor imkanlar da büyütür ve okutur. Ali beyin madenleri devletleşince Ereğli Kömürleri İşletmesine iş başı yapar. 1968 yılına kadar çalışır. Emekli olduğunda çocuklarına ekonomik zemini hazır etmiştir. Ancak yakalandığı meslek hastalığından dolayı emekliliğinin keyfini çıkaramadan 1972 yılında hayata gözlerini yumar.
İsa Çavuş üç erkek, üç kız çocuğunu zor şartlarda büyütür ama iş-güç sahibi yapar. Çocuklarından birinin yüksek okulda eğitim görmesini başarır. Erkek çocuklarının küçüğü, kızlarının en büyüğü Nazikar’dır. İsmi gibi nazik ve çalışkan bir kız çocuğudur.
Nazikar 1958’de kız meslek lisesinden mezun olur. 1964’de Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulunu bitirir. 1964’de ilk görev yeri Sivas Kız Meslek Lisesinde öğretmenliğe başlar. 1967-68 döneminde Zonguldak Kız Meslek Lisesi’nde yeni görevine gelir. Aynı sene kardeşi Suna’da aynı okulda memur olarak işe girer.
Baba İsa Çavuş, kızının öğretmen olmasına çok sevinir. Sırtında sadece ceketiyle geldiği Zonguldak’a madenci maaşıyla okuttuğu kızının öğretmen olması onun için kazanılmış en büyük mutluluktur. Emekli olduğu aynı yıl kızını yeni işyerinde görmek ister. Memleket insanının devlet kurumuna verdiği saygı orada işbaşındadır. Kızının makamının önünde yeni alınmış gömlek, yelek, ceket ve kemerine takılı köstekli saatiyle, başından çıkardığı sekiz köşeli kasketini, önünde birleştirdiği elinde tutarak kapısında bekler. Gelen geçene bir şey sormaz, gelen geçen de ona ne bekliyorsun diye sormaz. Derken kızı odadan çıkar, babasını karşısında görür. “Baba içeri girsene kapıda beklenir mi?” diye seslenir. İsa Çavuş kızına şapkasıyla “önden sen gir” işaretini yapar ve odasına girer… Orada baba-kız ilişkisi yerine makama ve devlete saygı terbiyesi devrededir.
Dört yıl sonra İsa Çavuş ciğerlerinde biriken maden tozundan dolayı hayata gözlerini yumar. 1980 yılında beraber çalıştığı müdüresi Belkıs Topçuoğlu emekli olunca yerine Nazikar öğretmen müdür atanır. İsa Çavuş kızının müdür olduğunu göremez. Kızları Nazikar ve Suna’da yaşamlarının sonraki bölümünde evlenmezler. Zaten evleri, çocukları, öğretmenleri de okullarıdır.
Nazikar öğretmen, 23 sene gibi bir zaman okul tarihinin en uzun dönem müdüresi olarak çalışır. Eğitimden ayrı okulun çatısı, penceresi, musluğu onun sorumluluğundadır. Okulu su bassa, hırsızlık olsa gece gündüz soluğu okulda alır…
Bu özel bilgileri neden yazıyorum? Nazikar benim ve bütün yeğenlerinin halası, aslında “Anasıdır…”. Zonguldak Kız Meslek Lisesi’nin emektar müdüresi…
Nazikar Yıldırım’ın okuluna bağlılığını, öğrencilerine yaptığı fedakarlığı gören en yakınındaki insanım. Evi ve ailesi onun her zaman okulu olmuştur...
Okulda biz yeğenlerinin bile özeli var… Çocuk yaşta okulun defilesinde büyüğümün elinden tutarak çocuk mankeni hatıram var... Gecenin üçünde karakoldan gelen telefonla biz yeğenlerini yanına alıp okula koştuğuna tanığım. Tatil günleri okulda yapılan inşaatın başına yanına bizi alarak kontrol eden yeğeniyim…
Bunlar benim için yaşadığım kişisel olaylar. Gündemde olan yıkılma düşüncesini savunamayacak konular…
Ancak; okulun Zonguldak için kültürel ve toplumsal azımsanmayacak yönleri var. Kentteki yankıları büyüyerek çoğalıyor. Netice öngörülemez olsa da yerinde kaldığı sürece Zonguldak kent hafızası kazanacak, herkes sevinecek. Aksi olursa sadece yıkılmasını isteyenler sevinecek. Onlar da göçüğün altında kalacaklar. Göçüğün altından sağ çıkamayacaklar…
Kız Meslek Lisesinin yıkılmak istenmesi Zonguldak için önemli konu. Gündeme düştü düşeli yanlış bir fikir olduğunu sürekli tekrarlıyorum. Elimizde az kalan bu ve bunun gibi özel kültürel ve endüstriyel varlıklarımızın artık gündemde yıkım haberleriyle yer alması devrinin çoktan mazide kalması gerekirdi.
Bu yazımla artık Pusula köşemdeki serüvenimi bitiriyorum. Bu kararı vermemim sebebi gazete baş yazarı Ali Rıza Tığ’ın okul ile ilgili yaptığı benzetmenin çirkinliğidir. Son olarak sosyal medya hesabımdan yaptığım kendime özgü uyarı “kaza olduğunu düşünüyorum” mesajını da sanırım dikkate almamış…
Son yazısını itina ile okudum ancak konuyla ilgili bir özür metnine rastlamadım… Bu konu benim için yenilir ve yutulur bir durum değil... Ben kızının makam kapısında elinde şapkasıyla bekleyen İsa Çavuş’un torunuyum!!!
Ali Rıza Tığ ile sayfasında köşe yazısı yazdığım 7 yıllık süre zarfında yüz yüze görüşme şansımız bir ve ya iki kere gerçekleşti... Uzaktan birbirimize saygılı ve seviyeli kaldık. Bana ağabey diye hitap etti ve bende aynı seviye ile ona hitap ettim. Bu ana kadar farklı düşündüğümüz olaylar olmuş olsa bile yerimizi hep bildik…
Pusula okurlarıma da teşekkür etmek istiyorum. Yazılarımı yalnız bırakmadılar, düşüncelerini ve beğenilerini hiç esirgemediler. Pusula gazetesindeki köşemi terk edişime sevinenler de olacaktır. Onlara da eleştirileri için teşekkür ediyorum. Ancak yazılarımı satır-satır okuyanlar benim ailemdir.
Herkese saygı ve sevgilerimi sunuyorum, başka mecralarda tekrar buluşmak dileklerimle…"
Alıntı: Yüksel Yıldırım
Pusula Gazetesi