Zaman,akıp geçiyor, gözlerimizin önünden sessizce, üstelik bir daha geri dönmemek üzere.
Sadece, seyretmek ile yetiniyoruz.
Gün oluyor tuttuğumuz dallar kırılıyor, sığındığımız limanlar yıkılıyor, yola çıktığımız gemiler buzdağına çarpıyor, yüzme bilseniz de bu defa da yalnızlıktan ölüyoruz.
Bu devrin,bu asrın, bu yüzyılın en büyük hastalığı yalnızlık.
Şairleri bile acımasız mısralar arasında, kahreden, kaybeden, bir kuş gibi öttüren tüm insanlığı kuşatmış bu ağır vebanın gölgesinde yaşıyoruz.
Çok çeşitli, çok katlı, çok gösterişli ve çok uluslu hanelere sıkıştırılmış birbirine benzeyen, birbirini taklit eden yaşamlara mahkûm edilmiş gibiyiz.
Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırına sığdırılan yalnızlığımız değil midir?
Rakı sofralarına meze edilen yalnızlığımız değilse, muhabbetin tesellisi nedir ki?...
Bu çağın en büyük hastalığıdır, yalnızlık.
Nasıl olsa yalnız, doğduk, yalnız yaşıyoruz ve yalnız da ölme hakkına sahibiz.
Bu yüzden her ölen pişman ölmez mi?
O halde nedir ki, Ölüm Sebebimiz : Yalnızlık !...
Murat ileri