M.Ö 1000. yıllar…

Ormanda yürüyüşe çıkan, biri uzun diğeri kısa boylu iki arkadaşın karşılarına, heybetli mi heybetli üstelik dallarında kıpkırmızı elmaları olan devasa bir ağaç çıkar.

Abone Ol

Bunun üzerine kısa, uzun arkadaşına dönerek: ‘’Senin boyun benden uzun. Hadi sen çık birer elma al da yiyelim.’’ der. Uzun, bir çırpıda zıplayarak ağaca uzanır ve bir elma kendisine bir elma da arkadaşına alıp iner. Sonra mutlu mutlu yiyerek yürürler. Çünkü paylaşmayı bilirler ve yalnızca ihtiyaçları kadar elma almışlardır.

Aradan birkaç gün geçer uzun ve kısa tekrar aynı ormanda yürüyüşe çıkarlar. Aynı ağacın önüne geldiklerinde birbirlerine bakıp anlaşırlar ve uzun hemen ağaca çıkar. Fakat bu defa uzun üç adet elma alır. Birini gizlice cebine koyar diğer ikisini ellerinde tutarak aşağı iner. Birini arkadaşına verir diğerini kendisine alır. Böylece arkadaşına fark ettirmeden bir elma fazla almış olur.

Uzun, kendisini kısadan daha zeki hissetmeye başlar. Zaten boyca uzun olduğu için de avantajlıdır. Kısayı kandırabildiği için aynı zamanda daha uyanıktır. Hülasası bu hikâye şark kurnazının doğuş hikâyesidir. Kendini en zeki, en uyanık ve bütün enleri şahsiyetinde toplayanların hikâyesi…

Aradan yüzlerce yıl geçer…

Uzun ile kısanın hikâyesi bir efsane gibi dilden dile dolaşır. Artık toplumda zekilik deyince herkesin aklına uzun; saflık deyince de kısa gelir. Herkes uzun gibi olmayı ister. Hatta onlara göre uzun büyük bir hata yapmıştır: Arkadaşı bir elma alırken kendisi iki elma almıştır. Zekâsı yalnızca iki katını almaya yetmiştir. Hâlbuki şimdi ağaca çıkanlar bir elma sağ cebine bir elma sol cebine koyuyor, aşağıya ise elinde yalnızca bir elma ile iniyordu. O bir elmayı da arkadaşıyla ikiye bölüşüyor böylece beş katı fazla yemiş oluyordu.

Herkes daha çok elma yemenin planlarını yapıyordu. Çünkü zeki ve zengin olmak ancak daha fazla elma elde etmekle mümkündü. Elma elde etmek içinse ilk şart uzun olmaktı. Kısa boylu olanlar kendilerini eksik ve yetersiz hissediyor, toplumda aşağılanıyor, sadece yönetiliyorlardı.

Poşetin İcadı

Tarihi tarih yapan en önemli şey kazananların da günün birinde kaybettiği gerçeğidir. Uzunların hükümranlığı elbet bir gün son bulacak ve devran dönüp kısaların zamanı başlayacaktı. İşte bu devranı değiştiren olay poşetin icadı oldu (!) Yine bir gün uzun ağaca çıkmış elmaları toplayacaktı ki bu defa kısa olan aşağıdan poşeti açarak “Poşeti doldur!’’ dedi. Uzun, poşet dolana kadar elma attı. Kısa, poşet dolduktan sonra uzunun inmesini beklemeden oradan uzaklaşıyordu. Böylece yüzlerce kat daha fazla elması oluyor ve aynı zamanda enerjisi de boşa gitmiyordu. Evet, yanlış tahmin etmediniz: Bu, kapitalizmin doğuşudur!

Kısaların adaleti

Yıllarca uzunların kısalardan çaldığı, adaletsiz bir şekilde dağıtım yaptığı ve kısaları kullandığı konuşulan toplumda artık kısalar yönetime hâkim olmuştu. Uzunlar yalnızca elma toplama işine yarıyordu. Kısalar ise bu elmalar vasıtasıyla zenginleşiyordu. ‘’Devede de boy var.’’ sözü bize kısaların bir armağanı olarak kitaplarda yer edindi.

Artık kısaların adaletsizliği konuşulmaya başlandı çünkü ne olursa olsun uzunlar ağaca çıkıyor, elma topluyor ve enerji harcıyordu. Sadece aşağıda bekleyen kısaların daha az elma alması aslında adildi. Şu anda ise kısaların hem aşağıda bekleyip hem de çuvallarla elma sahibi olması adaletsizliğin ta kendisiydi! Toplumun algısı tamamen değişmiş ve bizlere John Dalton’un zekâsı önerilmiş, Avarel gibi olmamak öğütlenmişti.

Kahrolsun Orta Boylular!

Bütün bu hengâmede en rahat olanlar kuşkusuz orta boylulardır. Kısa ve uzunların çekişmesinde memuriyet orta boylulara kalmıştı. Zaten günümüzde kullanılan: ‘’Memurluk, ne uzamak ne de kısalmaktır.’’ cümlesi bize o devirlerden bir hediyedir. Zaten orta sınıf kavramı da orta boylu olmaktan türemiştir(!)

Peki ya biz kimiz?

Uzunları, uzunların devrini ve adaletsizliğini; daha sonra kısaları, onların devri ve adaletsizliğini anlattık. Dönem dönem değişen zekâ kavramını ve zenginliğin kaynağını yer yer sorguladık. Peki ya biz kimiz? Toplumun bütün çürümüşlüğü içerisinde kurnazlığın zekâ, aldatmanın ve yalancılığın marifet olarak algılandığı bu dönemde biz kimiz?

Hemen cevap vereyim: Biz, o elma ağacını henüz tohumken toprağa ekenleriz. Nereden bilebilirdik sonucunun böyle olacağını? Eğer bilseydik yine de eker miydik? İşte bunu iyi düşünmek lazım…  Bu memleketin iyi niyetli, vatanını ve milletini düşünen insanlarını şark kurnazlıklarınızla toprağına düşman etmeyin. Bu ancak bize zarar verir.

Mahmut Esat KIRAÇ’tan alıntıdır…