Leyla ile Mecnun – Burak Aksak

Televizyondaki yolculuğunun ardından kitap sayfalarına gömülen hayattır Leyla ile Mecnun. Sayfaları konuşuyor desem abartmış olmam.

Abone Ol

“O gemi bir gün gelecek…”

Televizyondaki yolculuğunun ardından kitap sayfalarına gömülen hayattır Leyla ile Mecnun. Sayfaları konuşuyor desem abartmış olmam. Karakterler öylesine sahicidir ki okumaktan ziyade yaşatırlar; bir dünya kurulur oturduğunuz yerde üzerinize… Kitap aynı zamanda Leyla ile Mecnun severlere yazarın daha bitmedi diyerek verdiği tesellinin adıdır. Özeldir, çok özel…

Eser dizinin birinci sezonuyla paralel olarak ilerliyor. İzlediğinizle okuduğunuz aynı… Peki, öyleyse neden okumalıyım, derseniz anlatmaya başlıyorum. Görmek ve okumak bambaşka şeyler… Örneğin Mecnun’u izlerken çoğunlukla gülersiniz fakat okurken yüreğinizi sızlatan yanı daha baskın gelir. Serseri hâllerinin, ipe sapa gelmez cümlelerinin arasına gizlediği hüznü bir kere görünce bir daha hiç gözden kaçırmamaya başlarsınız. Daha ilk sayfalarda mahalleyi gösterirken şöyle bir cümle kurar; "Mutlu sonla biten hayalim olmadı hiç. Bu dünyada herkesin bir yükü var. Benimki de hayallerim." Kurduğu hayallerin yüküyle ezilen bir karakter… Daha ne kadar gerçek ve içimizden olabilirdi bilemiyorum.

“Artık bulutları değil tavanı izler oldum. Büyüdükçe gökyüzüne bakmayı da bırakıyor insan.”

İsmail abi ve hikâyesi bambaşka bir olgu… Annesi daha o küçükken ışıltılı hayatlar için terk edip gider. Sonra babası hastalanır. İnsan nasıl bir çocuğa öleceğim, diyebilir ki? O da bilemez. Sonunda gemiye binip gideceğim ama söz seni almaya geri geleceğim, der. Buna inanacak kadar çocuk mu tartışılır fakat inanmayı seçecek kadar çaresizdir. Ve o gün bugündür bekler İsmail abi. Bir ömür gelmeyecek gemiyi ışıltılı kıyafetler içinde işte böyle beklemeye başlar. Bilmem kaç bin insan biz hâlâ o gemiyi bekliyoruz. Deniz görünce el sallarız çünkü tabağını uzatan herkesin acıdan payına düşecek bir dilim muhakkak vardır.

“Okul insana hayatı öğretmez. Bi' başkasına gidip hadi bana hayatı öğret de diyemezsin. Öğrenmek için merak etmek gerekir.”

Erdal bakkal nasıl kendini bu kadar insana sevdirdi hâlâ anlayamıyorum. Onun büyüsü de bu… Paragöz, bencil bir adam. Sevilmeye değer yanlarını saysak bir elin parmağını geçmez ama işte samimiyet mi gerçek mi denir emin değilim. Sevdiriyor kendini, hiçbir şey yapmadan…

“Çünkü yarım kalan her şey tamamlanmaya muhtaçtır.”

Yavuz hırsız, İskender abi, Aksakallı dede derken bu liste uzar gider. Onları izlerken de okurken de seversiniz. Çünkü iyi insan olmak böyle bir şey. Ne yaparsa yapsınlar yolun sonunda iyiyi gösterirler size… Tür olarak baktığımızda gerçek değiller zaten. Fantastik yanları dedelere uzanıyor. Evet dedelere hatta çöllere… Ama yalan da diyemem. Gerçeğin içinde bir yerde hikâyeleri… Yazar kitabı “Tüm kendi çölünde kaybolanlara…” armağan ediyor. Çöle girip serap görmeden olmaz. Leyla ile Mecnun’da tam olarak bunu temsil ediyor. Bir serap kadar sahici, bir serap kadar yalan…

"İnsan umutlarına nasıl veda edebilir ki?"

Konunun gelmesinden en çok korktuğum yer burasıydı; Leyla. Düşünmek bile boğazımda bir yumru… Sonunu biliyorum da ondan. Mecnun çok seviyor onu. “Sonra gülümsedi. O gülümseyince gün yağmaya başladı geceye, yıldızlar kayboldu, güneş vakitsiz gösterdi yüzünü.” Söz ona gelince cümleler hep böyle altı çizilesi… Leyla’da onu seviyor ama bilirsiniz; bazı şeylerin kazananı yoktur. Onların hikâyesi de tam olarak böyle… Ayrılığa gebe sevdaları var.

“Zaman döngüseldir ve farklı seçimler yapsan da aynı hayatı yaşarsın. Sana verilmiş bir ömür vardır. Bu dünyadaki zamanın bellidir. Ve her şey bir denge içindedir…”

Sonuç olarak Leyla ile Mecnun umudun adıdır ve umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır.

(Küsürat Yayınları, 1. Baskı)

Kübra Akkuş