GÜN OLUR ASRA BEDEL / CENGİZ AYTMATOV

Kesinlikle fikirleri olan öğreten ve yaşatan bir kitap Gün Olur Asra Bedel. Birçok kitabın aksine farklı yaşlarda okununca farklı düşünceler uyandıracağına inanıyorum. Zamansız ya da daha doğru bir deyişle tüm zamanların kitabı olduğunu düşünüyorum.

Abone Ol

“Olduğu gibi görünmeliydi insan.”

İlk olarak eserin adından konuşarak başlayalım. Duyduğunuzda ne düşündünüz? Size neyi çağrıştırdı? Okumaya başlamadan önce bir es verip bütün bunları düşünmediğim için üzülüyorum. Sıradanmış gibi gömülüp gittiğim sayfalar yarılandığında ancak uyandım meseleye. Siz henüz okumadan farkına varın isterim. Tam da söylediği gibi bir günün içinde geçen bütün bir ömrü anlatıyor. Bu yönüyle eşsiz olduğunu söyleyebilirim. Geçmiş ve geleceğin sentezi ise eseri bambaşka bir noktaya taşıyor.

“Kaldı ki burası dünya. Burada bir şeyler hep yarım kalacak.”

Kitabı Yedigey’in hayat hikâyesi olarak okuyoruz. Kendisi Sarı-özek köyünde yaşayan ve demiryollarında çalışan bir köylüdür. Bir gece demiryolu nöbetindeyken eşi gelir. En yakın arkadaşı Kazangap'ın öldüğünü haber verir. Zorlu iklimin çevrelediği köyde hayatta kalmak ne kadar meşakkatli bir işse arkadaşının cenaze süreci de bir o kadar zorluklarla dolu olur. Bu olayın ekseninde ilerleyen kurgu Yedigey’in geçmişini, köye gelişini, çocuklarını, işini, dostluklarını, hatalarını, Kazangap’ı derken koca bir ömrü satır satır okuyucuya anlatıyor.

Kitabın içindekilerden ziyade bu defa biraz karakterler üzerinden gitmek istiyorum. Çünkü olaylara kurgu olarak bakıldığında çok da etkileyici değil desem hakkını yemiş olmam. Kitap daha çok dili, gerçeğe dokunuşu, tarzı ve karakterler üzerinden ilerleyişi gibi sebeplerden ötürü takdir topluyor. (En azından bana kalırsa böyle.)

“Gitmekle kendinden kaçıp kurtulacağını mı sanıyorsun?”

Yedigey’le başlayalım. Kendisi ilk etapta babayiğit bir adam. Vefalı, zorluklara kafa tutan iyi bir karakter ama yazar bununla yetinmemizi istemiyor. Bizi adeta onunla tanıştırıyor. Gerçeğin içinden gri bir karakter okumaya başlıyoruz. Kendi ömrümüzü yaşarken bizzat olmasa da dolaylı yoldan tanıştığımız bir karakter Yedigey. Düşünceleri, fikirleri, tavırları sevmediğim fakat kâğıttan ziyade gerçeklerden dokunması hasebiyle tanıştığıma memnun olduğum bir karakter.

Kitap boyunca bütün olaylar Yedigey üzerine kurulu fakat 10 sayfa ya var ya yok olan karısı Ukubala bence hikâyenin asıl kahramanı. Çünkü üzerine biraz düşünecek olursanız Yedigey’e ait iyi olan ne varsa ardında Ukubala’nın olduğunu göreceksiniz. Zaten kendisi tam bir Anadolu kadını. Güçlü, cefakâr, vefalı… Çilenin içine doğmuş ve gık dememiş, sırtındaki yüke kim ne eklese ses etmemiş.

Elbette karakterler bu kadar değil. İki kızı var Yedigey ve Ukubala’nın. Pek hevesinizi kaçırmak istemem ama okurken kalbimi kıran bir sevilmemişlikleri vardı bu kızların. Anımsadıkça hâlâ bir yara gibi içimi sızlatıyorlar. Abutalip, karısı Zarife ve Kazangap ise diğer karakterlerimizden bazıları...

“Ölüm karşısında herkes eşittir.”

Bu insanları bir araya getiren hayatın ve iklimin zorlu şartları oluyor. Kazangap gömülene kadar çok şey olmasa da bir şeyler oluyor çünkü ayrılıkla yitirmeye başlıyorlar. Bazen insanları bazen de duyguları… Geçmişe açılan kapıdan ilk olarak Yedigey’in buraya yolunun nasıl düştüğünü öğreniyoruz. Yedigey gençken katıldığı savaşta kafasına aldığı darbe sebebiyle hastalanır ve eve döner. Artık eski gücü yoktur. Köyüne döndüğünde çocuğunun da öldüğünü görür. Bu acıyla daha fazla köyünde kalamayacağını düşünerek karısını da alıp yola düşer. Artık demiryollarında çalışacaktır. Sağlığı pek elvermese de dediğini yapar. Karısının da yardımıyla yeni hayatı başlar.

Sonrasında Kazangap’la tanışması, Karanr’ın öyküsü, Zarife ve Abutalip derken kitabın sonuna doğru bir yolculuğa çıkarız.

“Oysa düşünmek, her zaman acı veren ağır bir iştir.”

Yol metaforuyla yapılan hayat akışını okumayı hâli hazırda çok seven biri olarak kitabın satırlarına sinen hayatın gerçekliği olayı bambaşka bir noktaya taşıdı. Satırlar bittiğinde başka bir hayatı görüp geçirmiş gibiydim. İşte tam da bu sebeple okunması gerektiğine inanıyorum. Oturduğumuz yerden çok uzakları yaşamak için…

Kübra Akkuş