“Hepimiz yapabildiğimiz şeyleri yaparız.”
Yazar, itfaiyecilerin yangın söndürmekle değil de kitap yakmakla görevlendirildiği bu distopik dünyada kapitalizmin esiri olan tüketim toplumunun eleştirisini yapıyor. Okuyucunun belki biraz abartı belki de çok yerinde bulacağı bu eser distopya edebiyatının 4 temel eserinden biri olarak kabul edilirken 1951 tarihinde yayımlanmış olması sebebiyle geleceğe uzanan kitaplardan biri olarak adlandırılabilir.
Eser üç bölümden oluşuyor. Televizyonun hükmettiği bu dünyada kitaplar yeryüzünden silinmek üzereler çünkü başkarakterimiz Guy Montag’ın da içlerinde bulunduğu itfaiye erleri devletin emriyle bütün kitapları yakmakla görevlendirilmiştir.
“En büyük aptallar biraz akıllı olanlardır.”
Montag işini çok seven bir itfaiye eri olarak bizi selamlıyor. Diğerleri gibi o da bu işi neden yaptığını sorgulamak şöyle dursun sadece terfi almakla ilgileniyor. Bütün hikâyelerde olduğu gibi şehre bir yabancının gelmesiyle öykü bambaşka bir hâl alıyor. Montag için bu kişi komşusu Clarisse oluyor. Onun sayesinde kitapların önemini anlıyor ve sorgulamaya başlıyor. Bu sırada kitap yakmak için gittiği bir evde kitaplığı devirdikten sonra belki daha önce hiç olmamış belki de her zaman olan fakat bu defa dikkatini çeken bir şey oluyor. Kitaplardan birinin sayfası açılıyor ve burada okuduğu bir cümle onun hayatını bambaşka bir yere sürüklüyor.
“Öğle sonu güneşinde zaman uykuya dalmıştı…”işte bu cümle onun hikâyesini şekillendiriyor. Kitabı saklamasına sebep oluyor. 1984 kitabında olduğu gibi rejimin, devletin her şeyin önüne çıktığı bir örgü var. Montag’ın karısı için de bu böyle olmalı ki onu ihbar ediyor.
“Sonu iyi olan her şey iyidir.”
Bana kalırsa kitabı bulunduğu konuma getiren yer bu bölüm ve sonrasıdır. Finale doğru giderken her cümle bambaşka yerlere dokunuyor. Elbette finali yazmayacağım bu sebeple biraz da alıntılardan bahsetmek istiyorum.
“…Kendini kurtar, boğulursan da en azından kıyıya doğru gittiğini bilerek ölürsün.” Diyor karakterlerden biri Montag’a. Tahmin edebileceğiniz gibi bu konuşma karakterimiz kanundan kaçarken oluyor. Okurken bile kelimelerin insanın içini rahatlatan bir birleşimleri var. Akışa kapılıp öylece sonu beklemektense deneyerek, çabalayarak sonu göğüslemenin olağan üstü rahatlığını bence herkes hissetmiştir.
“Neden son saatlerini kafesinde koşturmakla, sincap olduğunu inkâr etmekle harcıyorsun ki?”
Kitapta aptallık kavramı üzerinde özellikle çok durulmuş. Peki, nedir aptallık? Bunun yanıtını farklı karakterlerin ağzından birçok kez alıyoruz. Bu konu hakkında özellikle sevip okurken dikkat edilmesini istediğim bir alıntı şöyle; Montag kaçarken arkadaşına aptallık ettiğini ve nereye gideceğini bilmediğini söylüyor. Faber ise altını çizmelik bir yanıt veriyor; “En azından doğru şeyler konusunda aptallık ettin.”
Montag, sürekli olarak kendini küçümsemeye ve bir aptal olduğunu söylemeye devam ederken kitap bitiyor. Yanlış yaptığı hamleler var lâkin bu onun aptal olduğunu mu gösterir emin değilim.
“Dışımız serseri, içimiz kütüphane…”
Sonuç olarak kitap tek cümleyle özetlenecek olsa şu cümleyi söylerdim; “Ne yaptıklarımızı sorduklarında şöyle diyebilirsiniz; Hatırlıyoruz.” Bilirsiniz iyi kitapların bir cümleyle özetlenme ve bunu kendi içlerinde barındırma gibi bir huyu vardır.
Bilmeyenler için “Fahrenheit 451” kitap kâğıdının tutuşma sıcaklığını gösteren derecedir. Fahrenheit’i İthaki Yayınları ilk baskısından okudum. En az kitap kadar etkileyici bulduğum eserin sonunda yer alan Sesli Önsöz bölümünü de okumanızı öneririm.
Kübra Akkuş