Şimdi daha iyi anlıyorum ki, zamanın ve şartların içinde, kayıp gidiyor herşey.
Ama en kötüsü de, yüreğin soğuyor.Adeta, yazın ortasında o masmavi bulutları hüzün kaplıyor.Bulutlar da ağlıyor.
Deli rüzgar, sevdiğini çoktan terk etmiş bile.
O yüzden, yapraklar sararmadan dökülüyor, belki de, Eylül yalnızlığını bile beklemeden.
Ah benim aslan anam ah.
Hani,bir acı var ya, o herkesi adam ederdi,derdin ya...
Ben,o çocuksu yüreğimde zannederdim ki, en acısı da, gurbet acısıdır diye... Meğerse,öyle değilmiş.
Mesela evlat acısı...
İşte ben, evladını yitirmiş bir annenin, gözlerinden tane tane akan göz yaşı olduğum da, anladım bu gerçeği.
Mesela aşk acısı...
Seven sevdiğine kavuşunca aşk olmazdı ki zaten.
Abdal geleneğimizin ustadı, Neşet Ertaş, kavuşsaydı, Leyla'ya:
"Yazımı kışa çevirdin,
Karlar yağdı başa Leyla’m.
Viran oldu evim yurdum,
Ne söylesem boşa Leyla’m." deyip, vurabilir miydi sazının teline?...
Sedef desenli bir fincan kahvenin, kırk yıllık sevdası kalıyor yüreğimde.
Ama yine de,içten ve sıcak bir sarılışa hasret, yeni ve temiz bir sayfa açmanın mümkün olabileceğine inanıyorum.
Sonra,anlıyorum ki;herkesi adam eden,o dert bizleri de adam ediyor.
Murat İleri