Hani, düşecek bile olsan, gül nakışlı baston olmaya her daim hazırdım sana.
Yüreğindeki yaralara deva olamazdım ama, ben sana bir ömür boyu yaren olurdum.
Hani, gün ola devran dönse, gece gündüze koşar adım gelse, yüreğinin kanayan yerinden öperdim seni.
Bu hazin esen fırtına elbette, duracaktı.Elbette, kendine gelecekti...
Güneş, yine de, yeniden doğacaktı, üşüyen gönlümüze, yapayalnız hayallerimizin üzerine...
Taneleri ömrüm boyunca dizilmiş, ve acılarımın tek şahiti olan o mavi boncuklu tesbihime, senin sevgini işlemiştim tane, tane...
Bir Temmuz akşamıydı.
Yine, şiir vaktimdi.Şairler, dolaşırken,saf saf tenhalarda, hüznün şehrinde Kızılca kıyametler kopuyordu.
Kapım, çalındı aralıksız olarak bir kaç kez.
Her zaman olduğu gibi, yapayalnızdım.Sezen Aksu'yu da dinlerdim ama yine de, bir kedim bile yoktu.
Tedirgin, sesiz ve sakince açtım o eski ve kırık kapıyı.
İçeri girdi, kirli ve karanlık postaları ile iri yarı, çirkin adamlar.
Önce, kitaplarımı sonra öykülerimi ve şiirlerimi topladılar tek,tek...Hem de hiç acımadan...
Kelepcelediler öykülerimi, şiirlerimi zincire vurdular, hiç kıyamadığım seni kör, karanlık kuytulara attılar.
Beni de, sonsuza kadar aşka ve bir de sensizliğe mahkum ettiler Anne...
Murat İleri