Biraz geçmişe dönelim hatta biraz değil de baya bir geçmişe dönelim.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk vilayeti olan Zonguldak, zamanında ülke ekonomisine en çok katkıda bulunan ve en çok iş gücüne sahip memleketlerden bir tanesiydi. İstanbul'un falan tarla olduğu, büyükşehir olmaktan başka bir vasfı olmadığı dönemlerden bahsediyorum. Büyüklerimiz hatırlayacaktır. Sadece Zonguldak değil keza Bartın, Kastamonu, Karabük, Düzce, Kocaeli ve şu anda aklıma gelmeyen birçok kent.
O dönemlerde iş gücü sadece büyükşehirlerin sırtına yüklenmemişti. Tarımsal alanda çok kuvvetliydik, çok büyük fabrikalarımız vardı, kısacası 7'den 70'e üretiyorduk ancak bugün görmüş olduğunuz gibi Türkiye'nin önü ilk olarak 1960'lı yıllarda kesildi. O dönem siyasilerin rant yarışı uğruna sanki İstanbul ve Ankara dışında başka bir şehir yokmuş gibi davranıldı. İlk olarak iş gücümüzün yani üretim kapasitemizi artıran insanların birçoğunu yurtdışına gönderdik, rant uğruna küçük şehirlerdeki fabrikaların temelleri İstanbul'a ya da Ankara'ya yönlendirildi, tarımsal alanda çiftçilere büyük zorluklar yaşatıldı. İstanbul'da yaşayan herkes zengin, küçük şehirlerde yaşayan insanlara cahil ve fakir muamelesi yapılmaya başlandı. E üstad Kemal Sunal boşuna çekmedi Köyden İndim Şehire filmini... En komiği de ne biliyor musunuz? O dönem hiç kimse sormadı, "Biz niye kendi üreticilerimizi Almanya'ya gönderdik? diye ya da "Almanya'ya giden işçilerimizden sonra sizce de bu yavaş yavaş başlayan ekonomik çöküş normal değil mi? diye. Onu da geçtim küçük şehirlerde yaşayan üreticilerimiz de demedi, "Neden bizden alıp İstanbul ya da Ankara'ya verdin?" diye.
Fırsatını bulan rantçılar ki bunların birçoğu müteahhitler oluyor. Bu şahıslar özellikle 1970 ile 2001 yılları arasında ekonomik sıkıntılar yaşanacağını biliyor olsalar da kendi çıkarları uğruna Türkiye'nin dengelerini değiştirerek bir ülkenin kaderini İstanbul'a emanet etti. Özellikle 2001 krizinden sonra küçük şehirler yaşadığı zorluklar nedeniyle İstanbul ve Ankara'ya karşı verdiği "Üretici" savaşını tamamen kaybetti.
Ben 2000 yılında Zonguldak'ta doğdum, Zonguldak'ta büyüdüm. Çocukluğum bu şehirde geçti hatta belki burada öleceğim. O günlerde bu güzelim kentte ne gördüysem, bugün hala aynı şeyi görüyorum. O günlerde siyasetçiler ne sözü verdiyse, bugün hala aynı sözleri veriyorlar. 1 ileri 2 geri demek isterdim o da olmadı ki. Hiç ileri gidemedik. Emeğin başkenti olarak bilinen, koskoca Karadeniz'in hatta Türkiye'nin yarısını iş göçü olarak bünyesine katan Zonguldak'ın bugün haritada yeri bilinmiyorsa, 30 büyükşehir ve Zonguldak diye anılıyorsa, bunun sorumlusu geçmişten bugüne Zonguldaklı siyasetçilerdir. Ceplerini doldurmaktan başka hiçbir şey yapmadıkları gibi bir dönem Türkiye'nin en önemli iş gücü olan koskoca kenti gözlerimizin önünde bitirdiler. Emeğin başkentini, emeklinin başkentine çevirdiler.
En basit örneği hiçbir şey yapamadıysanız bari limanları sağlamlaştırıp denizcilikte önemli bir atılım yapsaydınız ama o da yok. Siyasilerin sadece ceplerini doldurmak için meydana çıktığı, milletvekillerinin 5 yıllık görev süresinin önemli bir bölümünü düğünlerde geçirdiği bir kent benim içime sinmiyor, sindirebilen varsa afiyet olsun ne diyeyim?
Lavuar alanı projesiymiş, sahil bandı çok güzelleşmiş, fevkani köprüsü tarihi bir köprüymüş falan. Bunların hepsi koskocaman bir saçmalık. Zonguldak'ın güzelleşmesi tabiki önemli ama şekilli yapıların şu ana kadar bizi şaşalı günlere döndürdüğünü görmedim. Bizim ihtiyacımız olan şey iş gücünün eskisi gibi artırılarak Zonguldak'ın tekrar emeğin başkenti haline getirilmesi. TTK'ya yapılan 2000 kişilik işçi alımıyla, Gökçebey'e yapılması planlanan Organize Sanayi Bölgesiyle ya da sadece Filyos projesiyle bu mümkün değil.